Sanatçı Vahap Aydoğan: Gerçeklik bir montajdır. Sürreal biyografiler; bir ömrün kolektif rüyası, rastlantı ile kaderin sessiz savaşıdır"
Sanatçı Vahap Aydoğan, "sürreal biyografi" kavramıyla sıradan portrelerin çok ötesine geçen bir anlatı kuruyor. Onun fırçası, rastlantıyla kaderin arasındaki sessiz savaşı resmediyor; her çizgi, bireyin değil, ona giydirilmiş kimliğin izlerini taşıyor. Aydoğan için sanat; estetik değil, sezgisel bir arkeoloji, bir yüzey değil, kolektif rüyanın görünür hâli.

“Portre, sadece bir yüz değil; bastırılmış arzuların, unutulmuş hafızaların gölgesidir.”
Sanat, bazen yalnızca bir ifade biçimi değil; bir varoluş sorgusudur. Vahap Aydoğan ise bu sorguyu tuvalin sessizliğinde sürdüren nadir isimlerden biri. Onun resimleri, klasik portrelerin ötesine geçerek, bireyin değil; bastırılmış benliklerin, unutulmuş arzuların ve kolektif bilinçaltının izlerini taşıyor. “Sürreal biyografi” adını verdiği yaklaşımıyla Aydoğan, her çizgide rastlantı ile kader arasında süren görünmez bir savaşı anlatıyor. Galerilerin ışıklı vitrinlerinden uzakta, gölgede kalan duyguların izini süren sanatçıyla; resmin, kimliğin ve hafızanın katmanlarında uzun bir yolculuğa çıktık.

“Sürreal biyografiler; bir ömrün kolektif rüyası, rastlantı ile kaderin sessiz savaşıdır.”
Bu cümleyle başlıyor Vahap Aydoğan’ın dünyasına adım. Onun için sanat, bireysel değil; kolektif hafızanın izinde ilerleyen bir arayış. Her çizgi, her siluet bir varlığın değil, bir zorunluluğun, bir gölgenin dışavurumu.
Sanatçı Aydoğan, gazeteci Anıl Varlı’ya konuştu
İşte Aydoğan’ın kendi sanatının izini sürdüğü o söyleşi

Çizdiğim siluetler bireyin değil; zorunda bırakılmış kimliklerin izdüşümüdür.
Sanatım; hafıza ile sezgi arasında, imgeyle kurulan bir ittifaktır. Her tablomda rastlantı ile kader arasında süren sessiz ve çözülmez bir savaşın izlerini ararım. Zamanın ve varoluşun özünde yatan bu düalite, resmimin ruhunu oluşturur.
Çoğu zaman çizdiklerim, kişinin kendi gerçekliği değil, olmak zorunda bırakıldığı siluetin yansımalarıdır. Toplumsal kalıpların, unutulmuş arzuların ve bastırılmış korkuların gölgeleri. Resim benim için yalnızca görüneni taklit etmek değil; içimizde saklı kalanların, hatırlanmayı bekleyen rüyaların ve parçalanmış benliklerin sessiz ifadesidir.
Her fırça darbesi, bu görünmez savaşın, varoluşun karmaşık labirentinde açılan bir kapıdır; izleyiciye kendi sürreal biyografisini keşfetme davetidir.

Resim bir anlatım aracı mı, yoksa bir düşünce biçimi mi?
Resim, düşüncenin görünür kıldığı suskunluktur. Ama kelimeyle değil; çatlakla, gölgeyle, boşlukla… Çünkü bazı düşünceler sözcüklere değil, dokuya ihtiyaç duyar. Bir resmin yüzeyi ne kadar sessizse, altındaki düşünce o kadar derindir.