Cem Kıvırcık yazdı: Piyarla piyaz arasındaki fark...

Cem Kıvırcık ile dijital gündem köşesinde bu hafta teknoloji sektöründeki PR yani halkla ilişkiler konusu ele alındı.

F5HABER F5HABER
Cem Kıvırcık yazdı: Piyarla piyaz arasındaki fark...

Cem Kıvırcık'la Dijital Gündem

Piyarla piyaz arasındaki fark...

Twitter/Facebook/Instagram: @cemkivircik

Merhaba...

Bu hafta sizlerle PR üzerine hasbıhal etmek istiyorum. PR, İngilizce “Public Relations” (Halkla İlişkiler) kelimesinin baş harflerinden oluşturulmuş bir kavram. Türkçe’de de “piyar” olarak okunuyor.

Bugün Türkiye’de PR sektöründe çalışanların çoğu bilmez ama ABD’de üretilen bu kavram, ilk 1920’li yıllarda kullanılmaya başlandı. Aslında kimileri 1904’te “danışmanlık ofisi” kuran Ivy Lee’nin bu işin mucidi olduğunu söylerler.

Cem Kıvırcık yazdı: Piyarla piyaz arasındaki fark...
1906 yılında ilk müşterileri arasında Pensilvanya Demiryolu şirketi olan Lee, o dönemde ilk basın bültenlerini dağıtmış ve habercilere temsil ettiği bu şirketle ilgili düzenli bilgi ulaştırmıştır.

Ancak işi “bilimselleştiren” Edward Bernays’tır. Amcası Sigmund Freud’dan öğrendiği taktikleri mesleğe uyarlayan Bernays, kitle psikolojisinden yola çıkarak algıyı yönetmiş ve manipüle etmiştir.

1983 yılından beri meslekte olan biri olarak bugüne kadar birçok “piyar” şirketinin hizmetini deneyimleme fırsatı buldum. Dijitalden önce basın bültenleri zarflar içinde gelirdi. Tabii bir de çoğaltılmış dia-pozitif (saydam) fotoğrafla birlikte...

Sonraları faks teknolojisinin gelişmesiyle bültenler, faks yoluyla gelmeye başladı. Bu arada zaman zaman fakslar ulaşmadığı için firmalarda çalışanlar bir de telefon açarlar ve “Faks yolladık, aldınız mı?” diye kontrol ederlerdi. Tabii, günde 10 tane böyle telefon alınca işin tadı da kaçardı. Bu konuda ben de, başka gazeteci arkadaşlar da defalarca yazdılar.

İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte basın bültenleri, bilgilendirme mesajları, etkinlik davetleri, vs eposta ile gelmeye başladı. Doğruya doğru... Meslektaşlarımızla geçmiş günleri yad ederken biraz da kinaye ile hala bu cümleyi gündeme getirir, aramızda gülüşürüz.

Ancak eposta göndermekle iş bitmiyordu. Asıl mesele, eskiye oranla mecralar artmış, dergi/gazete vs. gibi yazılı medyadan başka radyo ve tv gibi işitsel ve görsel medya da yaygınlaşmıştı. Buna bir de yerel basını ekleyince işler iyice çetrefilleşti. Medya gibi sirkülasyonun yoğun olduğu bir sektörde kim nerede çalışıyor, hangi konuyla ilgileniyor, uzmanlık alanı ne gibi bilgileri toplamak ve bu bilgileri güncel tutmak hiç de kolay değildi...

İşte tam bu noktada bir süre birlikte çalışma fırsatı da bulduğum gazeteci dostum Aydın Sün, önceleri “Basın Odası”, sonraları da “Faselis” adını alan ve “piyar” şirketlerinin bu sorunu çözen merkezi sistemi kurdu. Faselis, basın bülteni dağıtımı yapmak isteyen şirketlere hazır veri tabanı ve platform sunuyordu. Her ne kadar birkaç şirket kendi veri tabanını kullanmakta inat ediyor olsa da sektörün sanırım yüzde 90’ı basın bülteni gönderilerini Faselis üzerinden yapıyorlar.

Ancak, bu çözüm “basın bülteni” ile tembelleşen gazeteciler gibi, “piyar” çalışanlarını da tembelleştirdi ve gözlemlediğim kadarıyla kaliteyi de düşürdü. Neden? Artık birçok “piyar” çalışanı çalıştıkları gazetecilerin kim olduğunu, ne yaptığını, kapsama alanlarının ne olduğunu takip etmiyorlar ve bunu önemsemiyorlar. Yaptıkları tek şey, hazırladıkları basın bültenini sisteme girmek, orada konu neyle ilgiliyse “ekonomi”, “teknoloji”, “spor” vs. bir kutucuğu tıklamaktan ibaret...

İğneyi de kendimize batıralım bu arada... Basın bültenini alan meslektaşlarımız da, virgülüne dokunmadan kopyala/yapıştır içeriği kullanıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, hemen her yerde aynı başlık, aynı içerik, aynı haber... Herkes hayatından memnun tabii...

Elbette işine saygı duyan, özen gösteren gazeteciler de, “piyar”cılar da mevcut... Soran, sorgulayan bilgi almaya çalışan ve özgün içerik üretmeye çalışan meslektaşlarım olduğu gibi, sektörü takip eden, düzgün ilişkiler kuran, müşteri ve gazeteci arasındaki dengeyi iyi yönetebilen “piyar” çalışanları da var.

Ancak, bir tür var ki, tahammül etmek mümkün değil... Gazeteciyi etkinlikten haberdar etmeyen ama o etkinliğin çıktısını utanmadan, sıkılmadan gönderenler. Kimi gazeteciler bu durumdan çok da rahatsız değil... Öte yandan, “piyar” şirketi de de gazeteciyi her etkinliğe davet etmek zorunda değil... Buraya kadar tamam... Ama elinizi vicdanıza koyun etkinliğe davet etmemek ne demektir? Bu “piyar” şirketinin size şu mesajıdır: “Mecranız temsilcisi olduğumuz şirketin haberi için uygun değil...” Eyvallah! Bunun ardından size bülten yollanmasının ne anlamı var ki? “Davet edilmiyorsun ama haberi yayınla” mesajı mıdır bu?..

Bu konuda defalarca uyarılan birçok “piyar” şirketi var. İşin çok daha üzücü olan tarafı ise bu şirketlerin “uluslararası” önemli ajansların Türkiye şubeleri olması...

İşte tam da bu noktada “piyar” “piyaz”a dönüşüyor...

Sevgiyle kalın,

SONRAKİ HABER