'Kaderimi annem değiştirdi'
'Şeref Meselesi'nin güzel ve genç oyuncusu Burcu Biricik'in hayatı film gibi. Dinlerken duygulandığım, bir yanıyla tebrik ettiğim bir hayat... Hikayeyi bir de kahramanından dinlemelisiniz
Gencecik, kıpır kıpır, tertemiz bir kalbi, oyunculuğa dair
umutları var. “İyi ki kabul etmişim” diyor 'Şeref Meselesi'ndeki
rolü için. “Daha önce de rol aldığım diziler oldu. İyi ki diye
kabul ettiğim ve başladığım işlerin hep benim için hayırlı işler
olduğunu bildiğimden kabul etmiştim. Yanılmadım” diyor
gülemseyerek. Nereden çıkmış bu oyunculuk? Şöhretin o göz
kamaştıran ışıltısı mı çekmiş onu bu dünyaya? Öyle ya, birçok
delikanlının, genç kızın düşü alkışlanmak, ünlü olup imrenilerek
bakılmak.
“Biz Antalya Elmalılıyız. Babam ve annem ayrıldığı için emekli bir
dedenin yanında büyüdüm. Annem çalışıyordu. Küçük bir aileydik biz.
Aslında oyuncu olmak küçüklüğümde içimden gelen bir şeydi.
Mahalledeki çocukları organize edip, 'Hadi size birşeyler
oynayayım' derdim. Daha sonra lisede tiyatro grubuna katıldım.
Oradan da liseler arası bir yarışmaya...”
Çok ilginç ve destekleyici bir ailesi var diye düşünüyorum. Küçük
bir ilçeden koskoca bir dünyanın içine güzeller güzeli kızı salmak,
cesaret işi. Ailede tiyatro tutkunu, sanat tutkunu biri mi var
acaba diye merak ediyor insan.
“Ailemde konservatuardan ya da bu dünyadan bir insan yoktu. Dediğim
gibi emekli bir dede ile büyüdüm. O da bana hep, 'Aman kızım altın
bir bileziğin olsun. Öğretmen ol, doktor ol' dedi. Büyüyüp oyuncu
olacağım ve bundan da para kazanacağım gibi bir düşüncem yoktu
açıkçası. Ama bir şeyi biliyordum ki, üniversitede tiyatro hep
hayatımda olacaktı. Amatörce de olsa sahneye çıkacağımı
biliyordum.”
Peki ya üniversite, orada ne oldu?
“İzmir'e arkeoloji okumaya gittim. İlk işim de tiyatroya yazılmak
oldu. Daha sonra oradan Bornova Şehir Tiyatrosu sınavlarına
katıldım. Yetenek sınavıyla kabul edildim.”
Daha sonra İstanbul'a gelip bir yarışmaya katıldım. Kanal D'de
'Artiz Mektebi' yetenek yarışmasıydı. Sinan Çetin, Müjde Ar ve
Haldun Dormen vardı jüride. 10 hafta boyunca çok güzel bir
performans sergiledik. Birinciliği ben göğüsledim.”
“Galiba benimki deli cesaretiydi...”
“Arkeoloji ne oldu” dedim. “B planı bu alan mıydı?”
“Maalesef arkeolojiyi son sınıfta bırakmak zorunda kaldım.
Yarışmaya son sınıfa başlarken katılmıştım. Buraya gelince de o
koşuşturmanın ve çemberin içine girince çıkamadım” diyor masumca
gülümseyerek. Seviyor belli. Ama oyunculuğu mu yoksa şöhreti mi?
Bunun farkında mı? “Açıkçası hayır. Şöhretle çok derdim yok. Bu işi
seviyorum ve sevdiğim işi yapıp para kazanabileceğimi anladım. Aynı
zamanda insanların güzel tepkilerini alıyorsunuz. Hem severek
yapıyor hem de bu işten hayatımı idame ettirebilecek kadar para
kazanıyorsam, insanların da güzel tepkilerini alıyorsam neden
yapmayayım ki! Yaptığım işten çok memnunum. Mutluyum” oluyor
yanıtı...
Ne güzel! Elbette mutlu olsun Burcu, bol alkış alsın, daha güzel
işler yapsın. O kendine ait yarattığı küçücük dünyasında çok mutlu.
Küçük derken aklıma küçük bir ilçeden metropolün içine düşen kız
takılmıyor değil. Ürkmüş müdür acaba? Ne hissetmiştir, korkmuş
mudur, niye geldim ben buraya demiş midir? Üstelik tek
başına...“Küçük bir yerden geliyordum ve buradaki insanların hayat
görüşüne hiç açık değildim açıkçası. Alışık değildim. Galiba biraz
deli cesareti benim ki. Biraz da buradaki yaşam tarzını bilmemekten
kaynaklanıyor sanırım. Masum ve küçük bir yerden geldiğim için hep
insanda karşısındakini kendi gibi görme eğilimi oluyor.”
“El bebek-gül bebek büyümedim”
“Mağazada satış danışmanlığı yaptım, ajansta asistanlık yaptım,
cafe'de çalıştım. Çalışıp para kazanmak hayatımın hep bir yerinde
vardı. Hiçbir zaman el bebek, gül bebek bir kız olmadım. Dediğim
gibi, anne-baba ayrıydı. Böyle olunca savunma mekanizması
gelişiyor. Kendi ayaklarınızun üzerinde durmak zorunda
kalıyorsunuz. Şimdi o kadar mutluyum ki, bunları yaptığım için. Bir
anda yumuşak bir hayattan çıkıp çok sert bir hayata geçiş yapmadım.
O nedenle kendi ayaklarımın üzerinde duruyordum, çalışıp paramı
kazanıyordum. Buraya geldiğimde ise daha sert koşullar da vardı
fakat çok fazla zorlanmadım.” Tüm bu zorlu çocukluk ve genç kızlık
dönemi boyunca hiç hayal kurmuş muydu? “Hayır. Hayal aslında
kurmam. Sadece benim için an vardır.”
“İlk aşkım travmaydı”
Kız çocuklarının hep yaralı yüreğidir ya baba sevgisinden yoksun
büyümek. Çünkü en çok babaları, kızları sever. En çok onların
kokusunu arar. İlk aşık oldukları erkek babalarıdır. Hiç sorgulamış
mıydı bunları Burcu? Bu onun yaşamında bir eksiklik yaşatmış
mıydı?
“Açıkçası sorgulamadım. Kendi tercihleri. Çocukken veli
toplantılarında herkesin anne-babası birlikte gelirken benimkiler
tek tek geliyordu. Anne tarafım çok güçlü karakterle doluydu. Onlar
hayatımı o kadar dolduruyorlardı ki, bana baba yokluğunu hiç
aratmadılar. Travma yaşamadım yani. Bunun için aileme çok şey
borçluyum. Tabii, bunda ben çok küçükken anne-babamın ayrılmış
olmasının da etkisi var. Hayatı anlamaya başladığında zaten onların
ayrı olduğunu bilerek yaşadığınız için sorgulamıyorsunuz. Böylesi
daha hayırlı olmuş” diyorum hep” Ya ilk aşk? İlk aşkı babası mıydı
her genç kızın çocukken hissettiği gibi? “Değil. Benim ilk aşkım
çok fenaydı. Travmaydı benim için. Çünkü o zaman ortaokuldaydım ve
platonik aşık olmuştum. Lisede bile o aklımdaydı. 5 yıl sürdü. Onun
için mektuplar yazardım. Yanına gidip, 'Bakar mısın' derdim. 'İşim
var' deyip giderdi. Elimde mektupla kalakalırdım. Sadece gördüğümde
değil adını bile duyduğumda kıpkırmızı olurdum. Bir süre sonra
sevgili olduk. O kadar utanıyordum ki yanındayken, onun elini dahi
tutamıyordum. Daha sonra ayrıldık. Benim aklımda o uzun süre daha
kaldı. Sonra evlendi, çocuğu oldu. Bitmesi gereken bir şeydi ve
bitti” diyor eski aşkını anlatırken.