Davutoğlu: ‘Başkanlığı savunmak kendimi inkar olur' demedim
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Başkanlık sistemini savunursam kendimi inkâr etmiş olurum" dediği iddiasına sert tepki göstererek: "Böyle bir şey kesinlikle yok. Böyle bir ifadem olduğununu bulsun birisi çıkarsın, ben özür dilemeye hazırım."
Katar ziyareti sırasında beraberindeki gazetecilerin sorularını
yanıtlayan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Ortadoğu politikasını
yürütürken bir Başbakan olarak en çok nerede zorlandığıyla ilgili
soru üzerine, "Dışarıdaki zorluktan daha çok içerideki zorluğu
görüyorum. Türkiye hakkındaki olumsuz algının sebebi dışarıdaki
düşman değil ki, içerideki hâinler" dedi.
Geçen hafta Yargıtay'ın 270 sanıklı Ergenekon davasında hükmü
bozmasıyla ilgili soruyu da yanıtlayan Başbakan, "Türkiye'de bazı
şeyler ifrat-tefrit arasında gidiyor ve ifrat-tefrit arasında giden
hususlar Türkiye'nin normalleşmesini engelliyor" diye konuştu.
"Ergenekon veya benzeri bir - içinde yaşamış biri olarak söylüyorum
- 2002-2003 yıllarında AK Parti hükümetlerine karşı bir
hareketlenme var mıydı? Evet vardı" diyen Başbakan, "Bu
hareketlenme AK Parti, milli iradeye yönelik eylem niteliğinde
miydi? Evet öyleydi. 27 Nisan e-muhtırası bunun açık göstergesidir.
Şimdi bu işin bir yönü. Peki Ergenekon davası adı altında yürütülen
davada bir sürü gereksiz insan son derece yanlış yöntemlerle bu
davanın içine sokuldu mu? Evet sokuldu. Bunu kim yaptı? Paralel
çete yaptı" ifadelerini kullandı.
Davutoğlu, Doha'da bir otelde gazetecilere özetle şu açıklamalarda
bulundu:
Başkanlık tartışması: Öyle bir ifadem yok. Bulsun
birisi çıkarsın, özür dilemeye hazırım
Cumhurbaşkanımız Zagreb'de yaptığı
açıklamada partili cumhurbaşkanlığı ve benzeri alternatiflerin de
olabileceğini söyledi. Sizin bu farklı alternatifler konusunda
çalışmalarınız var mı? Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanının AB ile
ilişkiler konusunda eleştirileri oldu. Bu iki konu hakkında
yorumlarınız nelerdir?
"Öncelikle dünkü röportajın bugün yansıyan kısmını gördüm. Bir
gazeteci arkadaş tarafından beni hayrete düşüren bir soru sorulmuş.
Galiba O da sonra bu konuyla ilgili bir açıklama yapacağını
söylemiş. Güya ben demişim ki 'Başkanlık sistemini savunursam
kendimi inkâr etmiş olurum.' Bu varsayım üzerine Cumhurbaşkanımıza
bir soru yöneltmiş bir gazeteci. Böyle bir şey kesinlikle yok.
Böyle bir ifadem olduğunu bulsun birisi çıkarsın, ben özür dilemeye
hazırım. Olsaydı da hiç çekinmeden söylerdim.
İfademin tam doğrusunu söyleyeyim; ağzımdan çıkan şeyi
elhamdülillah unutmam. Şanlıurfa'da gençlerle buluştuğum zaman,
gençler 'Siz başkanlık olursa kendiniz ile ilgili kaygı duyuyor
musunuz?' diye bir soru sordular. Ben de şunu söyledim; 'Ben 12
Eylül Anayasayası'na hayır oyu vermiş biri olarak bu anayasayı
savunmam halinde kendimi reddetmiş olurum. Aksine başkanlık da
dâhil bu anayasanın tümden değişmesinin gerekli olduğuna
inanıyorum' dedim. Söylediğim şey budur. Savunduğum şeyi açık ve
net savunurum. Bunun için hiçbir izahate gerek kalmayacak şekilde
de net konuşurum.
Başkanlık sistemi konusunda, Türkiye'nin yaşadığı süreçler de göz
önüne alınmalıdır. İşte 27 Nisan e-muhtırası başkanlık ile ilgili
en önemli süreçlerden birisi olmuştur çünkü Türkiye'de eşi
başörtülü birinin Cumhurbaşkanı olmayacağı gibi bir varsayım bir
kriz yaratmış ve bu kriz Türkiye'de cumhurbaşkanının doğrudan halk
tarafından seçilmesinin önünü açmıştır. Geçmişte yaşananları
unutmamak lâzım. Sayın Abdullah Gül'ün seçilmemesi için ne uğraşlar
verdiklerini unutmamak lâzım.
"Türkiye'nin ihtiyaç hissettiği başkanlık sistemine dayalı bir
anayasa için çalışıyoruz"
Dolayısıyla bu o dönemki Başbakanlık makamını sınırlamak için
yapılmıştı. Bu süreç sonucunda AK Parti olarak başkanlık sistemini
savunduk ve savunuyoruz. Bir sistem çarpık deniyorsa, ilk yapılması
gereken şey revize edilmesi değil tümden değişilmesidir.
1 Kasım seçimlerinden sonra geçmişte anayasa çalışmalarına katılan
bütün arkadaşlarımızla bir araya geldik. Cumhurbaşkanımızla da bu
toplantıları değerlendirdik. Revizyona dayalı bir anayasa yerine
kendi içinde tutarlı bir anayasa yapma kararı aldık.
Partili Cumhurbaşkanı nihayetinde bir revizyondur. Var olan sistemi
bir unsurla revize etmektir. Bizim öncelikli hedefimiz revizyon
değil, çarpık bir sistem olduğunu söyleyegeldiğimiz bir yapı
üzerinde yeni bir adım atmaktansa anayasayı başkanlık sistemi
etrafında kurgulamaktır. O sistemi kendi iç dengeleri içinde,
güçler ayrımı, özgürlükçülük vesaire ile pür başkanlık sistemi
olarak kurgulamaktır. Bunun hepsini deneriz, olmuyorsa başka
seçeneklere bakarız. Bir şeyin olmayacağı varsayımı ile yola
çıkmayız. Biz müzakere marjı olmayan, Türkiye'nin ihtiyaç
hissettiği başkanlık sistemine dayalı bir anayasa için
çalışıyoruz.
Bu anayasa çalışmalarımız içinde Cumhurbaşkanlığı başdanışmanları
var, geçmişte AK Parti anayasa süreçlerinde olan arkadaşlar var.
Yani çok ehil bir kadro ile bunların hepsini çalışıyoruz. Şu anki
tek hedefimiz çağdaş, evrensel değerleri barındıran, milli bünyeye
uygun, başkanlık sistemine dayanan bir anayasayı yazmak.
ERGENEKON 'PARALEL'İN ZULMÜ
- Ergenekon kararı içinize sindi
mi?
Türkiye'de bazı şeyler ifrat tefrit arasında gidiyor. Bu ikisi
arasındaki tutumlar Türkiye'nin normalleşmesini engelliyor. 2003 ve
sonrasında AK Parti iktidarına karşı bir hareketlenme var mıydı?
Evet vardı. Bu hareketlenme milli iradeye karşı bir eylem
niteliğinde miydi? Evet. 27 Nisan e-muhtırası bunun açık
göstergesidir. Bu işin bir yönü. Peki Ergenekon davası altında bir
sürü masum insan bu davanın içine sokuldu mu? Evet sokuldu. Bunu
kim yaptı? Bunu paralel çete yaptı. Dava doğru bir zeminden alındı.
O kadar gereksiz insanlar bu işin içine sokuldu ki, bir anda bütün
o dava özünü kaybetti ve zulüm aracı haline dönüştü. İfrat da orada
ortaya çıktı. Şimdi şöyle deniyor. Ergenekon diye bir şey yoktur
deniyor, ya biz bunları yaşadık. Ergenekon ve paralel yapı benzeri
seçilmiş iktidarı hedef alan kim olursa, buna karşıda mücadele
etmemiz lazım. İkisi de aynı ölçüde illegal yapılardır.
ŞİDDETE İZİN VERMEYİZ
-Meclis Anayasa Komisyonu'ndaki
kavga?
Birileri şiddet kültürüne alışmışsa artık o şiddet her mekana
girer. Sadece milletvekilleri yok orada, danışmanlar da salona
giriyor. Danışmanların salona girmeye ve terör estirmeye ne hakkı
var. Bir teklifi bir tasarıyı beğenmeyebilirsiniz. Gelir
tartışırsınız konuşursunuz. Burada da söz talep eden hiç kimse
engellen mi? Hayır. Kim ne istiyorsa Meclis'te konuşsun. Ama şiddet
uygulamaya kalkarsa buna izin verilmez. Dokunulmazlık meselesi ise;
bakın çok ilkeli bir tavır sergiledik. Onlar dediler ki
dokunulmazlıkların tümü kalksın. 25'inci dönemde kendileri dilekçe
verdiler dokunulmazlığımız kalksın diye. Şimdi sanki kendilerine
baskı uygulanıyormuş, siyasetten soyutlanacaklarmış gibi bir intiba
vermeye çalışıyorlar. Meclis, yargı sürecinin işlemesi için izin
veriyor. O süreç sonunda beraat edebilir, suçlu bulunabilir veya
yargı süreci içinde Meclis çalışmalarına yine katılabilir eğer
yargının başka bir kanaati yoksa, yargı başka bir karar vermezse.
HDP dışarıdaki şiddet kültürlerini Meclis'e yansıtmaya çalışıyor.
Buna izin verilmez. Burası onların at oynatabileceği mekan
değil.
YASAMA ‘TUTUKLAYIN' DEMİYOR
- Muhalefet eğer anayasa değişikliği geçerse polis her an bir
milletvekilini gözaltına alabilir diyor. Bununla ilgili bir önlem
düşünüyor musunuz?
Yasama diyor ki: ‘Şu anda bekleyen bütün fezlekelerle ilgili yargı
süreci işleyebilir.' Şunu demiyor: ‘Şu şu şu milletvekilleri
suçludur tutuklayın.' Yasama, sadece dokunulmazlığı kaldırıyor ve
yargı sürecinin işlemesine izin veriyor, hüküm vermiyor. Ama
Türkiye'de daha önce yaşanan tecrübeler de göz önünde
bulundurularak, yargımızın daha önce de yaşanan süreçleri dikkate
alarak, ortaya çıkacak tabloya karşı en doğru yöntemi
benimseyeceğine inanıyorum. Bu işin böyle kapsamlı bir boyuta
gelmesini muhalefet de istedi.
- Birinci Dünya savaşının ortaya koyduğu Sykes Picot düzeni
yıkılmakta mı? Yeni bir düzen arayışı… Bu bölgenin liderlerinde,
politik hareketlerinde bir şey var mı, kendinizi çok mu yalnız
hissediyorsunuz? Türkiye'nin dış politikasını belirlerken en çok
nerede zorluk çekiyorsunuz?
Bu konuda çok çalışmış birisi olarak söylüyorum: Yüzyıllık parantez
bir yerde kapanmak durumunda. Kutû'l Amâre sadece askeriyede
kutlanıyordu. Benim içimde de bir ukdeydi. Sayın Cumhurbaşkanımızın
himayesinde ilk kez kutlanmış oluyor. Kutû'l Amâre savaşı benim
için Ortadoğu'nun Çanakkale savaşıdır. Çünkü Çanakkale'de İstanbul
savunuldu. Kutû'l Amâre'de Bağdat savunuldu ve muhteşem bir zafer
kazanıldı. Beni etkileyen yön; Türk, Kürt, Arap, müslim, gayri
müslim, Keldani, Suryani, Sünni, Şii... Herkesin bir arada olduğu
bir savaştı. Ben-i Temim... Şeh Temim'in kabilesi, onlar da
oradaydı. Hep söylüyorum ya Kutû'l Amâre kazanacak ya Sykes Picot.
Sykes Picot Kutû'l Amâre'den bir süre sonra yapıldı.
Bütün meselemiz, Arap Baharının öncesinden de sonrasında olabilecek
her aktörle konuşup bölgeyi bütünleştirmek, kader birliği
oluşturmak. Etnik temelli politika izlesek, Kuzey Irak'taki Kürt
bölgesiyle aramız bu kadar iyi olmazdı. Mezhepçi politika izlesek
Allavi ile aramız bu kadar iyi olmazdı. Arap Baharı büyük bir şans
doğurmuştu.
TARİHİ AKIŞI DURDURAMAZLAR
Bu şans maalesef Esed rejiminin gayri insani suçlarının mukabele
görmemesi ve Mısır darbesiyle rüzgar değişti. O büyük ümitler
sarsıldı. ‘One Minute' ile Sayın Cumhurbaşkanımızın nasıl ses
getirdiğini düşünün. Arap Baharı'nın yok edilmesinin gerekçesi de
bu ilgiydi. Türkiye'nin bir başarı hikayesinin tekrar etmesinden
korktular. Bölgedeki statükocu aktörleri güçlendirerek bunu
yaptılar, bu bazen Esed oldu, bazen Sisi. Tarihin akışı
geciktirilebilir ama durdurulamaz. Gün gelir Kutû'l Amâre ruhu
kazanır.
- Laiklik meselesindeki tartışma sonlanmış gibi görünüyor.
Cumhurbaşkanı en son bu konuyla ilgili yaptığı açıklamada İslam
vurgusuna gerek yok dedi. Acaba bu konuda beyin jimnastiği mi
yapıldı?
Günlerdir son derece önü açık şekilde farklı görüşlere sahip
akademisyenlerin katıldığı, benim de kimine katıldığım fikri
egzersizler yapıyoruz. En iyi metni nasıl çıkarırız diye
tartışıyoruz. Olsun mu, olmasın mı noktasında çok fikirler ifade
ediliyor. Çıkan metne bakmak lazım. Bazı manevi değerlere atıf
olsun mu diye görüş belirten akademisyenler oldu, olmasın diyenler
de oldu. Birçok çağdaş anayasada böyle atıflar var. Bunları da
müthiş tansiyonu artırıcı hususlar olarak görmemek lazım. Biraz
rahat olalım, Anayasa tansiyonla yazılmaz, sükunetle ve suhuletle
yazılır. Her kelimeden her kavramdan ürkecek olursak çağdaş bir
anayasa yazma şansımızı kaybederiz. Metnin en özgürlükçü olmasını
arzu ediyoruz. Laiklikte ne 28 Şubat ne Ergenekon ne ondan önceki
şeyler gibi otoriter yorumlarla değil, din istismarına ilişkin bir
yorumu da önleyecek ortak bir mutabakata varmamız gerekiyor.