Süleyman Şah'la ilgili hiç bilinmeyenler
Süleyman Şah Türbesi'nin taşınmasının ardından tarihçi yazar Murat Bardakçı köşesinde daha önce Caber'den taşınmasının hikayesini kaleme aldı
Geçtiğimiz hafta düzenlenen Şah Fırat operasyonuyla taşınan
Süleyman Şah Türbesi ülkenin gündemine oturmuştu. Tarihçi yazar
Murat Bardakçı da bununla alakalı köşesinde açıklamalarda bulundu.
Süleyman Şah'ın kemiklerini daha önce Caber'den Diyanet İşleri'nin
eski başkanlarından Dr. Tayyar Altıkulaç'ın taşıdığını belitti.
İŞTE O YAZI
Süleyman Şah Türbesi'nin geçen hafta sonunda askerî
mecburiyetlerden dolayı naklinin ardından çok şey yazılıp söylendi
ama önemli, üstelik yayınlanmış olan bir hatıra, Diyanet İşleri'nin
eski başkanlarından Dr. Tayyar Altıkulaç'ın yazdıkları herkesin
gözünden kaçtı.
Tayyar Hoca, türbenin Suriyeliler'in inşa ettiği barajın suları
altında kalmaması için 1974'te Caber Kalesi'nden Karakozak'a nakli
sırasında Diyanet'in temsilcisi olarak görev almış ve naklin
ayrıntılarını önceki senelerde yayınladığı "Zorlukları Aşarken"
isimli hatıralarında anlatmıştı.
Önce, Tayyar Hoca'nın hatıralarından bir bölümü nakledeyim:
"...Nakli gerçekleştirmek üzere kurulan heyette Diyanet işleri
Başkanlığı'nı temsilen ben görevlendirilmiştim. Dışişleri
Bakanlığı'ndan bir yetkilinin başkanlığında görevlendirilen heyette
benden başka muvazzaf bir albay ile İçişleri Bakanlığı'ndan bir
temsilci yeralmıştı. ...Halep'te buluştuktan sonra otomobille
oradan 130 kilometre mesafedeki türbeye ulaştık. Kabirler türbe
zemininin altındaki mahzende bulunuyordu. Mahzene kim girecek ve
kabirleri kim açacak ve çıkaracaktı? Bu hiç konuşulmamış ve hattâ
programda bundan hiç sözedilmemişti. Herkes birbirine bakıyor, işin
ortada kaldığı anlaşılıyordu.
MAHZENE GİDEN KAPAK
Türbenin yanındaki karakolda birkaç askerimiz vardı, bu iş onların
da yapabileceği bir şey değildi. Çünkü yeraltından define filân
çıkarılmayacak, dinî bir duyarlılıkla ve belli bir dikkatle birkaç
ölünün kemikleri alınacaktı.
Türk Mezarı'ndan alınan ve 1974'te Karakozak'a nakledilen
kemiklerin bulunduğu tabutlardan biri, definden hemen önce. Solda,
Dr. Tayyar Altıkulaç var.
Kısa bir duraklamadan sonra, bir erin yardımıyla bu işi benden
başka yapacak kimse olmadığı anlaşılmıştı veya ben durumdan vazife
çıkararak bu görevi yapmam gerektiğini anlamıştım. Herhalde heyette
Diyanet'ten bir temsilcinin bulundurulmasının gerekçeleri arasında
-söylenmese de- bu da vardı. Bunun üzerine ben mahzen kapağını
açtırarak bir erle aşağıya indim.
Süleyman Şah'ın kabrinden başka iki veya üç mezar daha bulunuyordu,
ölülerin hepsi ahşap tabutlar içinde idi. Rutubet yüzünden
tabutların bir hayli çürüdüğü görülüyordu. Cesetlerin kemikleri ilk
defnedildikleri gibi muntazam vaziyette bulunuyordu. Onları herbiri
için önceden hazırlanan torbalara koyduk, yukarıda sözünü ettiğim
ve Türkiye'ye daha yakın bir noktada bulunan yere götürdük, cenaze
namazlarını kılıp kendileri için hazırlanmış mezarlara defnettik.
Tabiatiyle, cenaze namazlarını ben kıldırmıştım...".
Kemiklerin 1974'te Karakozak'a nakli. Geçen hafta sonundaki naklin
ardından imha edilen ikinci türbe henüz inşa edilmemiş, arazi
boş.
Tayyar Hoca, hatıralarında 1974'teki nakilden önce Türkiye ile
Suriye'nin suları Caber Kalesi'nin eteklerine kadar gelen suların
türbenin eski mevkiine mümkün olan en yakın sahiline mermerden bir
kitabe dikilmesi ve yine türbenin asıl yerini hatırlamak maksadıyla
yapay gölün üzerine bir şamandıra konması konusunda anlaştıklarını
da yazıyor.
ÖNEMLİ BİRİNİN MEZARI
Türkiye'nin kitabe ve şamandıra kararını yerine getirip
getirmediğini bilmiyorum ama hatıralar şimdiye kadar üzerinde
durulmamış olan bir hususu aydınlığa çıkartıyor:
Tayyar Altıkulaç mezarların mahzende olduğunu ve mahzene bir kapağı
açarak indiklerini yazıyor... Hoca'nın sözünü ettiği "Kapak
açılarak inilen mahzen" şeklindeki mezarlar eski Türk geleneğidir,
Selçuklular'ın yanısıra Osmanlılar'ın ilk zamanlarında da
mevcuttur, bunlara "yer seviyesinin altında" mânâsına gelen "zîr-i
zemîn" denir. Mevlânâ'nın, Selçuklu hükümdarlarının ve devlet
büyüklerinin, ilk Osmanlı padişahların türbeleri ve hattâ
Anıtkabir'in mezar odası da bu şekilde inşa edilmiş ve mozoledeki
meşhur mermer, mezarın tam üzerine gelen yere konmuştur.
Bu bilgi, elde belge bulunmamasına rağmen asırlardan buyana
Süleymanşah'a ait olduğuna inanılan mezarın "önemli" birine ait
olduğunu doğruluyor; zira mezarın zîr-i zemîn şeklinde inşa
edilmesi, orada sözü geçen birinin yattığını gösteriyor. Bizim için
son derece önemli olan ve bu kadar asır sonra bile memleketin
gündemini meşgul eden "Türk Mezarı" acaba hakikaten kime aitti?
İşte, asırlardan buyana çözülmemiş olan ve halli bundan sonra artık
mümkün bulunmayan büyük muamma!