"Milletin hafızasıyla alay ediyorlar"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer biz o gün 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı 'millet de devlet de burada' diyerek aynı anda hem DAEŞ hem PKK hem de DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede bulunmamış olsaydık; bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği halinde perde gerisindeki şahları, vezirleriyle birlikte oynadıkları satranç oyununda bugün...
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Eğer biz o gün 'ben
buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine karşı 'millet de
devlet de burada' diyerek aynı anda hem DAEŞ hem PKK hem de
DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde mukabelede
bulunmamış olsaydık; bu terör örgütleri birbirleriyle işbirliği
halinde perde gerisindeki şahları, vezirleriyle birlikte
oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından
çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde bütün şehirlerimizde
kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük"
dedi.
Başbakan Davutoğlu, Doğu ve Güneydoğu illerinden gelen sivil toplum
kuruluşu temsilcileriyle Çankaya Köşkü'nde kahvaltıda buluştu.
Kahvaltıda konuşan Davutoğlu, Türkiye'nin her köşesinde çeşitli
etnik grupların bir arada yaşadığını belirterek,
"İstanbul'da herhangi bir apartmana girin, bir katı Rumeli
göçmeni bir Boşnak, üstünde bir Azeri, Kafkas göçmeni bir Çeçen,
Çerkez, yanı başında bir Kürt, öbür tarafta bir manav, bir yörük.
Bir apartmanı parçalayabilir misiniz? O ülkeyi böldüğünüz gibi bir
apartmanı daire daire bölmeyi düşünebilir misiniz? Türkiye büyük
kadim düzenin devamı olan bir ülkedir. Her bir vatandaşın her bir
köşede hakkı vardır. Edirneli'nin Edirne'de olduğu kadar
Hakkari'de, Hakkarili'nin Hakkari'de olduğu kadar Edirne'de hakkı
vardır. Bir Edirneli çocuk Hakkari'de askerlik yaparken ne
hissederse Edirne'de askerlik yaparken aynı şeyi hisseder. İşte
kader bilinci bu. 12 Eylül bu kader bilincini yok etmek için
tektipleşmeye gitti, PKK ideolojisi de dışarıdan aldıkları
talimatlarla bu kader birliğini yok edip Ortadoğu'nun
parçalanmasına benzer şekilde Anadolu'nun, Rumeli'nin parçalanması
için çabalar gösterdiler. Sonra da demokrasiden, barıştan
bahsediyorlar" diye konuştu.
13 yıllık AK Parti iktidarı döneminde ilkeli ve tutarlı bir
strateji izlediklerini vurgulayan Davutoğlu, "ortak
kültürel maya", "ortak akıl" ve
"ortak kader bilinci"ni hayata geçirmek için
demokratik hamleler yaptıklarına dikkat çekti. Davutoğlu,
"O dönemden bu döneme farklı isimler verdik, demokratik
açılım, Milli Birlik ve Kardeşlik süreci ama hep iki şeyi
hedefledik: Bir, demokrasimiz derinleşsin, kökleşsin, insan hak ve
özgürlükleri en derin kapsamda uygulansın. Buna özgürlük alanı
diyelim. İkincisi Türkiye'de silahların, şiddetin, terörün sonu
gelsin. Buna da güvenlik ya da kamu düzeni alanı diyelim"
ifadelerini kullandı.
PKK'nın Irak Savaşı'ndan istifade ederek 2005 yılında tekrar hayata
geçtiğini hatırlatan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip
Erdoğan'ın Diyarbakır'da yaptığı konuşmada "şiddetin
karşısında bir deva olarak demokrasiyi teklif ettiğine"
dikkat çekti.
"MİLLETİN HAFIZASI İLE ALAY EDİYORLAR"
Çözüm süreci kapsamında hayata geçirilen faaliyetleri anlatan
Davutoğlu, "Bütün bunları demokratikleşme, özgürlük
alanının genişlemesi için yaptık. Biz bunları yaparken önce
Irak'taki gelişmeler bahane edilerek veya ordan yeni bir düzen
bozması, 2005'te bir terör dalgası başlatıldı, 2007 Dağlıca,
Çukurca saldırılarıyla bu tırmandı. Biz buna karşı 2009'da bu sefer
Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'ni ilan ettik ve çok büyük
baskılar, eleştirilere karşı bunu sürdürdük. Ama uluslararası
çevreler, içerideki unsurlar bir baktınız, tam da dağdan inip
herkesin şehirlerde siyaset yapacağı ve Habur üzerinden bunların
gerçekleşeceği bir atmosfer ortaya çıkmışken sabote ettiler. Bunu
da sabote eden yine aynı terör unsurlarıydı. Tahriklerle sabote
ettiler, tekrar bir şiddet dalgasını gündeme getirdiler. Bu sefer
de Suriye'deki gelişmelerden güç aldığını zannederek Türkiye'ye
benzer bir ayrıştırmayı getirmek için 2011'den itibaren bir şiddet
dalgası başladı. Yine biz soğukkanlılıkla sükunetle suhuletle bu
sefer 2012 Aralık ayından itibaren çözüm süreci başlatıldı. Şimdi
yeni şartlar öngörenler, yeni yeni bir takım konuları gündeme
getirenler bu milletin hafızası ile alay ediyorlar. 2013 Mart'ında
Nevruz'da verilen mesaj açıktı. 'Silah mücadele dönemi bitmiştir,
demokratik mücadele dönemi başlamıştır ve bütün silahlı unsurlar
Türkiye'den çekilecekler.' Tarih 21 Mart 2013. Şimdi Ağustos
2015'teyiz, silahlı unsurlar Türkiye'den çekildi mi? Silahlar
bırakıldı mı?" açıklamasında bulundu.
"ŞİMDİ TEKRAR TEKRAR SİLAHLARI BIRAKMAK İÇİN ŞART
KOŞUYORLAR"
"Şimdi tekrar tekrar şart koşuyorlar silahları bırakmak
için" diyen Davutoğlu, şunları kaydetti:
"8 Mayıs'ta açıklama yapıldı, 'İlk unsurlar çekiliyor'
diye, 26 Haziran'da geri adım atıldı. Çünkü arada Gezi olayları
yaşandı. Türkiye'de kardeşliği, milli birliği, beraberliği, ortak
kader bilincinin gelişmesini istemeyenler provokatif eylemlerle
Gezi olaylarında, bir çevre meselesi gibi başlayan bir olayı güya
istismar ederek büyük bir toplumsal anarşiye dönüştürdüklerinde
çözüm sürecine en büyük darbe vurulmuş oldu. Aynen 1993'te rahmetli
Özal'ın çabalarına son verilmesi gibi Rahmetli Özal da benzer bir
çabaya girdiğinde Uğur Mumcu, Eşref Bitlis suikasti, 33 erin
şehadeti arkasından Özal'ın vefatı ve sonra Madımak ve Başbağlar
katliamıyla bir baktınız ülke barış atmosferinden çatışma
atmosferine dönüştürüldü. 2013'te de biz bunu yaşadık. Yine
sükunet, suhuletle verilen hiçbir söz tutulmamasına rağmen kendi
programımızı, kendi felsefenize dayalı siyasi eylem planımızı
uygulamaya devam ettik. Yolumuzdan hiç şaşmadık. 30 Eylül 2013'te
Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakan olarak çok geniş kapsamlı
demokratikleşme paketini ilan etti. 26 Kasım'da Diyarbakır'da Sayın
Barzani'nin ziyareti esnasında yeni bir atmosfer yaşandı ama
arkasından 17-25 Aralık operasyonlarıyla Türkiye'de bir siyasi
belirsizlik atmosferi içinde bütün bu sürecin durdurulmasına
çalışanlar söz konusu oldu. Yılmadık... 1 Ekim'de bu çerçevede
Demirtaş'ı Başbakanlık'ta kabul ettiğimden 3 gün sonra yine bir
Kurban Bayramına girdik, gayet olumlu bir atmosferle bütün
vilayetlerimizi kaosa, belirsizliğe, şiddete götürecek bir eylemin
çağrısını da Demirtaş yaptı. Kalkışma çağrısı yaptı. Hangi
demokratik ülkede Cumhurbaşkanlığı'na aday olmuş bir lider
'silahlanın ve sokaklara çıkın' çağrısı yapabilir. Bir örneği
gösterilebilir mi?" açıklamasında bulundu.
"ÖYLE BİR İKİLİ OYUN Kİ ANKARA'DA DEMOKRASİ DİYARBAKIR,
BATMAN, HAKKARİ'DE TERÖR"
Başbakan Davutoğlu, "7 Haziran'dan sonra yeni bir dönem
başlatma imkanı varken temsil kabiliyeti çok yüksek bir Meclis'te
çözüm sürecini de her konuyu da tartışma imkanı varken tam bir
küstahlıkla tam bir aymazlıkla öyle mesajlar verildi ki Türkiye'de
şöyle bir kanaat doğdu: İki alternatif için de hazırlık vardı
sanki. Eğer barajın altında kalınsaydı 'haksızlık yapıldı' diye bir
başka şiddet sarmalına girilecekti, baraj aşılınca bu sefer aşırı
kibir, Mesut Barzani'nin ifadesiyle söylüyorum 'aşırı kibirle
Ortadoğu'daki kargaşadan aldıkları cesaretle bu sefer da başka bir
şiddet sarmalı çağrısında bulundular. Öyle ikili bir oyun ki
Ankara'da demokrasi, Diyarbakır, Batman, Hakkari'de terör. Öyle bir
ikili oyun ki İstanbul'da Türk-Kürt kardeşliğinden bahsetmek ama
Doğu ve Güneydoğu'da kendisinde farklı düşünen herkesin demografik
bir yapı değişimine yol açabilecek şekilde şehirlerden sürülmesi
için baskıda bulunmak" ifadelerini kullandı.
"BİR ANDA BARIŞI HATIRLADILAR"
Son 15 gün içerisinde yaşananların gözden geçirilmesi gerektiğini
belirten Davutoğlu, "Bir anda barışı hatırladılar, bir anda
tekrar daha önceki döneme dönelim, çatışmasızlığı hatırladılar.
Çatışmasızlığı niye polislerimiz, askerlerimiz şehit olduğunda
hatırlamadılar? Oyun çok açıktı, üç terör örgütü, üç maşa
Türkiye'nin özgürlüklerini, demokrasisini, kamu düzenini ve ortak
kaderini hedef haline getirdi. Neredeyse bir savaş deklarasyonu
gibi üç terör örgütü de üç mesajı bize 20, 21, 22 Temmuz günlerinde
verdi. Kimse tarihi 23 Temmuz'dan başlatmasın. Yani bu üç terör
örgütüne karşı özgürlüklerin, demokrasinin korunması için harekete
başlattığımız günü milat görmesin. Milat eğer bir başlangıç
yapacaklarsa ondan sonraki üç güne iyi bakın.
"78 MİLYON 'DEVLET NEREDE?' DİYE SORDU"
Başbakan Davutoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
"9 Temmuz 'ateşkes bitti' çağrısı, 11 Temmuz 'silahlı halk
devrimi' çağrısı, 19 Temmuz 'silahlanma' çağrısı, 20 Temmuz
Suruç'taki katliam. Tekrar tekrar lanetliyorum DAEŞ denilen bütün
çevre örgüt ülkelere olduğu gibi Türkiye'ye tehdittir, DEAŞ denilen
terör örgütü Hristiyanlardan daha çok Müslümanlara tehdittir,
insanlığa tehdittir. Bunu yüzlerce, binlerce kez tekrar ettik ama
bizi hala DAEŞ'la birlikte anmaya çalışıp uluslararası bir
komplonun içine girenler var. Tekrar tekrar söylüyorum, bir tek
belge göstersinler DAEŞ terör örgütünün Türkiye'den destek aldığına
dair. Yok böyle bir şey. Buradan lanetliyorum ve her türlü
mücadeleyi vereceğimizi söylüyorum. DAEŞ düğmeye bastı ama aynı gün
PKK Adıyaman'da 'ben de buradayım' diye mesaj verdi ve bir
askerimizi şehit etti. Ertesi gün 21 Temmuz'da Suruç'tan gelen bir
vatandaşımızın cenazesi bahane edilerek DHKP-C 'ben de buradayım'
dedi, elinde kaleşnikoflarla, yüzleri örtülü bir şekilde. Bir gün
sonra PKK bu sefer Ceylanpınar'dan ses verdi, 'Ben sizden daha
fazlasını yaparım. Bakın kamu görevlilerini evlerinde
öldürebilirim. Ben burayım sizin gibi' dedi... Üç gün üst üste her
bir terör örgütü ayağa kalkıp 'ben burdayım' dedi. 78 milyon
vatandaş da 'devlet nerde' diye sordu. Biz de o üç gün sonunda
Çankaya Köşkü'nde yaptığımız toplantıyla arkadaşlara verdiğimiz
talimat açıktı ve bu talimat bugün de geçerlidir. Madem ki onlar
'biz buradayız' diye ayağa kalktılar ve halk 'devlet nerede' dedi.
Devletin burada olduğunu göstermemiz gerekiyordu, gösterdik. Çünkü
devlet değildi mesele olan milletin de burada olmasıydı.
Eğer biz o gün 'ben buradayım' diye ayağa kalkan terör örgütlerine
karşı 'millet de devlet de burada' diyerek aynı anda hem DAEŞ hem
PKK hem de DHKP-C'ye şehirlerde ve Türkiye sınırları ötesinde
mukabelede bulunmamış olsaydık, bu terör örgütleri birbirleriyle
işbirliği halinde perde gerisindeki şahları, vezirleriyle birlikte
oynadıkları satranç oyununda bugün Türkiye'yi Kobani olaylarından
çok daha ağır bir şiddet sarmalının içinde bütün şehirlerimizde
kargaşaya sebebiyet vereceklerdi. Biz bu oyunu gördük. Şunu da
biliyoruz, ortak vicdan, ortak akıl, ortak kültürel mayayı korumak
için ortak bir kamu düzenine de sahip olmak lazım. Devlet
hiyerarşisi, devlet otoritesi demiyorum, kamu düzeni. Kamu herkesin
malıdır. Hepimizin kamu düzenini korumamız halinde bütün diğer
özgürlükler hayat alanı bulurlar. Eğer biz bunları koruyamazsak,
kamu düzeni sarsılırsa ne bireylerin ne sivil toplumun özgürlük
alanı kalır. Gün bugündür, omuz omuza verme günüdür, ortak kültürel
maya zemininde ortak vicdanımızdan hareket ederek ortak aklımızı
hayata geçirerek ortak kaderimizi belirleme günüdür. Onun için bu
meselenin sadece bir devlet meselesi olmadığını bildiğimiz için on
gündür hem bütün bu huzur operasyonunu bizzat yönetmeye çalışıyorum
hem de her fırsatı değerlendirerek sivil toplum kuruluşlarımızla
bir araya gelmeye gayret ediyoruz."
(İHA)