Macron Avrupa Birliği’nin lideri olabilir mi?
Merkel’in gücünün azalmasıyla AB içinde en karizmatik lider olarak reformlara öncülük etme imkânı elde eden Macron’un önündeki en büyük engel olarak yine Merkel’in partisi CDU duruyor.
İSTANBUL (AA) - KEMAL İNAT -Ciddi krizlerle karşı karşıya olan
Avrupa Birliği’nin (AB) iki önemli ülkesinden biri olan Fransa’nın
cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un geçen hafta içinde önce Avrupa
Parlamentosu’ndaki (AP) konuşması, sonra da Berlin’de Almanya
başbakanı Merkel ile görüşmesi, AB’nin geleceği açısından ilgiyle
izlendi.
Geçen yıl büyük umutlarla ve “Avrupacıların” elbirliğiyle Fransa
cumhurbaşkanlığına seçtirilen Macron, AB’nin reformu konusunda
oldukça iddialı açıklamalarıyla dikkat çekiyor. Eylül ayında
Sorbonne Üniversitesi’ndeki konuşmasının ardından, geçen hafta
AP’deki açıklamaları bu konudaki beklentileri artırdı. Avrupa’daki
bazı kesimler Fransız cumhurbaşkanına AB açısından bir “kurtarıcı”
misyonu yüklemiş durumdalar. Aslında Macron’un Fransa cumhurbaşkanı
seçilmesi bile AB içindeki aşırı sağın yükselişine karşı başarılı
bir adımdı. Fransa gibi AB’nin kurucusu olan bir ülkede, yabancı
düşmanı ve AB karşıtı Ulusal Cephe (Front National) lideri Marine
Le Pen’in cumhurbaşkanı olması, Avrupa için bir felaket anlamına
gelecekti. Fransa ve diğer Avrupa ülkelerindeki “Avrupacılar”,
cumhurbaşkanı seçilerek Fransa’nın AB’den kopmasını önleyen
Macron’un şimdi de AB’yi içinde bulunduğu krizlerden kurtarmasını
bekliyorlar.
AB’nin krizleri
Gelecek yıl yapılacak AP seçimlerinden önce, AB’nin karşı karşıya
kaldığı krizlerin çözülmesi ve Avrupa vatandaşlarına gerek ekonomik
gerekse siyasi konularda güven duygusunun verilmesi gerekiyor.
Yoksa 2014 yılındaki seçim sonuçlarından daha büyük bir riskle
karşı karşıya kalınacaktır. 2014 AP seçimlerinde AB’nin iki büyük
ülkesinde Birlik karşıtı ve yabancı düşmanı partiler birinci
olmuşlardı. Fransa’da Front National ve İngiltere’de UKIP’in en
fazla oyu alması, Avrupa’da artan yabancı düşmanlığı konusunda
alarm zillerinin çalmasına ve AB’nin geleceği konusunda endişelerin
artmasına neden olmuştu. 2017’de Fransa’da yapılan cumhurbaşkanlığı
seçiminde ve Hollanda’da gerçekleştirilen parlamento seçimlerinde,
AB karşıtı partilerin iktidara gelmesi güçlükle engellenebilmiş
olsa da, aynı yıl Avusturya’da gerçekleştirilen parlamento
seçimleri sonrasında aşırı sağcı ve AB karşıtı FPÖ’nün (Avusturya
Özgürlük Partisi) kurulan koalisyon hükümetine katılması ve yine
aynı yıl içinde Almanya’da yapılan parlamento seçimlerinde aşırı
sağcı ve AB karşıtı AfD’nin (Almanya için Alternatif) üçüncü parti
olarak 94 milletvekiliyle ilk defa Alman Federal Meclisi’nde temsil
edilmeye hak kazanması, Brüksel’in karşı karşıya olduğu aşırı sağ
sorununun ne kadar büyük olduğunu gösterdi. Gelecek yıl yapılacak
seçimlerde AB karşıtlarının AP’de çoğunluğu elde etme endişesi,
“Avrupacıların” başını ağrıtan sorunların başında geliyor.
Trump Amerikası ve Putin Rusyası ile ilişkilerin nasıl dizayn
edileceği, bu ülkelerle yaşanan sorunların Avrupa ekonomisine
vereceği zararların nasıl engelleneceği, Türkiye ile yaşanan krizin
nasıl üstesinden gelineceği, Brexit’in Avrupa için yol açacağı
olumsuz sonuçların nasıl telafi edileceği, Avrupa’ya yönelen
mülteci dalgasının kalıcı olarak nasıl durdurulacağı, halen
ekonomik krizin etkisindeki Yunanistan gibi ülkelere verilecek
desteğin nasıl sürdürüleceği, Macaristan ve Polonya gibi Doğu
Avrupa ülkelerinin AB’ye bağlılıklarının nasıl sağlanacağı,
Avrupa’yı hedef alan terörist saldırılarla nasıl mücadele edileceği
ve Suriye sorunu gibi dış politika meselelerinde ortak hareket
edilmesinin nasıl mümkün olacağı, AB’nin karşı karşıya olduğu diğer
sorunlar. İşte tüm bu sorunların çözümü konusunda Fransa ve onun
“reformcu” cumhurbaşkanı Macron’a yönelik beklentiler çok
büyük.
Peki, Macron kendisinden beklenen bu liderliği yapabilecek
kapasiteye ve imkânlara sahip mi? Sorbonne Üniversitesi’nde ve
AP’de yaptığı etkileyici konuşmalardan sonra herkes Macron’un
AB’nin ihtiyaç duyduğu reformist olduğu kanaatine kapılmıştı. Ancak
Fransız cumhurbaşkanının AB’nin en büyük ülkesi Almanya’ya yaptığı
gezi, bu konudaki beklentilerin frenlenmesine yol açtı. Zira
Almanya’daki koalisyonun büyük ortağı Hıristiyan Birlik
Partileri’nden (CDU/CSU) Macron’un reform planlarında merkezi role
sahip olan finansal değişiklikler konusunda itirazlar yükseldi. Son
seçimlerde yaşadığı oy ve prestij kaybı nedeniyle, 13 yıldır
iktidarda olan başbakan Angela Merkel’in de partisinden gelen bu
itirazlara fazla karşı koyamayacağı düşünülüyor. Yani Merkel’in
gücünün azalmasıyla, AB içinde en karizmatik lider olarak
reformlara öncülük etme imkânı elde eden Macron’un önündeki en
büyük engel olarak yine Merkel’in partisi CDU (Hıristiyan Demokrat
Birliği) duruyor. Konrad Adenauer ve Helmut Kohl gibi iki ünlü
Avrupacı liderin partisi olan CDU, şimdi AB’yi içine sürüklendiği
krizlerden kurtaracağı düşünülen reformlara engel oluyor.
CDU Macron’un hangi önerilerine karşı çıkıyor?
Fransız cumhurbaşkanının önerdiği Avrupa Maliye Bakanlığı ve Avrupa
Para Fonu oluşturulması fikri, Almanya’daki Hıristiyan demokratları
rahatsız ediyor. Macron’un Brüksel’e daha fazla güç vererek mevcut
finansal krizleri çözmek ve gelecek krizlere de daha hazırlıklı
olmak yönündeki planı, zaten AB içinde en fazla finansal yükü
taşıyan Almanya’nın bu alandaki yükümlülüklerini artıracak bir
öneri olarak görülüyor. Almanya içinde, Berlin’in AB bütçesine ve
finansal kriz karşısında oluşturulan istikrar fonlarına yaptığı
katkının çok fazla olduğundan şikâyet eden önemli bir kesim var.
CDU/CSU’nun içinde bu şekilde düşünenler olduğu gibi, muhalefet
partileri FDP ve AfD’nin de ağırlıklı olarak bu görüşte olduğu
hesaba katıldığında, başbakan Merkel’in hem iktidar çoğunluğunu
kaybetmemek hem de muhalefetin eline koz vermemek için, Fransız
cumhurbaşkanının önerilerine temkinli yaklaşması gerekiyor. Kendi
partisi içinde AB çerçevesinde ekonomik entegrasyonun artırılmasına
karşı çıkan milletvekillerinin muhalefetini ortadan kaldırmazsa, bu
meseleden ortaya çıkacak muhtemel bir türbülans, koalisyon
hükümetinin dağılmasına kadar varabilir.
2016 rakamlarıyla bakıldığında Almanya, 23,2 milyar Euro katkıda
bulunduğu AB bütçesinden yapılan harcamalardan sadece 10 milyar
avro alırken, Birlik bütçesine 3,5 milyar katkıda bulunan Polonya
10,6 milyar, 1,3 milyar katkıda bulunan Romanya ise 7,3 milyar avro
destek alıyor. 2008/2009 finans krizi AB ülkelerini etkisi altına
aldığında 2010 yılında kurulan EFSF (European Financial Stability
Facility) ve onun devamı olarak 2012’de oluşturulan ESM (European
Stability Mechanism) çerçevesinde en büyük katkıyı sağlayan ülke
yine Almanya olmuştu. EFSF çerçevesinde oluşturulan toplam 780
milyar avro tutarındaki kredi garanti fonuna Almanya’nın katkısı
211 milyar avro olurken, ESM çerçevesinde garanti edilen 624 milyar
avronun ise 168 milyarlık kısmını yine Berlin üstlenmişti.
Yunanistan, İrlanda ve İspanya gibi ülkelerin içine sürüklendikleri
finans krizinden kurtarılması amacıyla oluşturulan bu kurtarma
paketlerine Almanya’nın katkısı yaklaşık yüzde 27 olmuştu.
Almanya’daki birçok siyasetçi, Avrupa’nın finans yükünü çektiğini
düşündükleri ülkelerinin daha fazla yükümlülük altına girmesini
istemedikleri için Macron’un önerilerine sıcak bakmadı. Ayrıca
Polonya ve Macaristan gibi AB bütçesinden önemli destek alan Doğu
Avrupa ülkelerinin Berlin ve Brüksel ile yaşadıkları sorunlar da
söz konusu Alman siyasetçilerin Avrupa’yı daha fazla finanse etme
konusundaki isteksizliğinin bir nedeni olarak görülebilir. Bu
ülkelerin bir yandan mülteci meselesi gibi sorunlarda Almanya ve AB
kurumlarıyla kavgaya girmeleri, bir yandan da Berlin ve Brüksel’i
rahatsız edecek iç siyasi reformlar yaparak ülkelerini Almanya ve
AB’den gelecek etkiye kapatmaları, Almanya’daki sağ partiler içinde
AB’ye eleştirel yaklaşan kesimlerin Brüksel’e yönelik şüpheciliğini
artırıyor.
Güvenlik alanında işbirliği de sorunlu
AB içerisindeki finansal entegrasyonu artırmak isteyen Macron’un
Avrupa Maliye Bakanlığı ve Avrupa Para Fonu oluşturulması yönündeki
önerileri Almanya’daki koalisyonun büyük ortağı CDU içinde karşılık
bulmazken, güvenlik ve dış politika konularında AB çatısı altında
daha sıkı işbirliği yapılması arzusu da içinde bulunduğumuz
konjonktür itibariyle fazla destek bulacak gibi görünmüyor.
İngiltere’nin Brexit yolunda olduğu düşünüldüğünde, AB’nin Fransa
dışındaki iki büyük ülkesi olan Almanya ve İtalya’nın son Suriye
saldırısına katılmak konusundaki isteksizlikleri ve Rusya ile
ilişkiler konusunda daha temkinli hareket etme arzuları, AB’nin
temel meselelerde ortak bir dış politika izlemesinin zor olduğunu
bir kez daha gösterdi. ABD başkanı Trump’ın NATO ve Avrupa
ülkeleriyle güvenlik ortaklığını sorgulayan açıklamalarından sonra,
Avrupa ülkelerinin güvenlik alanında daha sıkı bir işbirliğine
yöneleceği beklentisi oluşmuştu. Bu çerçevede, kısaca PESCO diye
adlandırılan Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği (Permanent Structured
Cooperation) anlaşması ile savunma alanında daha sıkı işbirliğine
yönelmişlerdi. Ancak ABD, Fransa ve İngiltere’nin Suriye’ye karşı
gerçekleştirdiği son saldırı gösterdi ki Macron, güvenlik alanında
Merkel’den çok Trump ile daha kolay işbirliği yapıyor. Geçen mayıs
ayında Brüksel’de yapılan NATO zirvesinde Trump’ın ağır
eleştirilerine maruz kaldıktan sonra, “Artık Avrupalılar olarak
kendi başımızın çaresine bakma zamanı geldi” diyerek ABD’den
bağımsız bir Avrupa güvenlik yapılanması isteğini belirten
Merkel’in bu konuda güven vermeyen bir politika izlemesi, Paris’i
yeniden Washington’a yönlendirdi.
Sonuç olarak, Almanya’da yaşanan siyasi krizle birlikte Merkel’in
karizmasının azalması, belki Fransa’nın reformcu cumhurbaşkanı
Macron’un AB içinde öne çıkan figür olmasını kolaylaştırıyor. Ancak
Macron’un Avrupa’da reform yapabilmesi için, AB’yi zor zamanlarda
finansal olarak ayakta tutan Almanya’ya ihtiyacı var. Almanya’da
Merkel’in eski gücünü kaybetmesi ise başta kendi partisi CDU olmak
üzere, sağ partilerde AB’ye eleştirel bakanların sesinin daha çok
çıkmasına ve Macron’un reform önerilerine soğuk bakılmasına yol
açıyor. Yani Macron’un, AB için önerdiği reformların hayata
geçirebilmek için Adenauer ve Kohl gibi inanmış bir “Avrupacı” olan
Merkel’in desteğine ihtiyacı var. Merkel’in bu desteği verecek
kadar güçlenmesi ise yeniden onu Avrupa’nın lideri konumuna getirip
Macron’un gölgede kalmasına yol açabilir.
[Prof. Dr. Kemal İnat Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü
müdürüdür]