İstanbul’un tarihi çeşmeleri ihya edilmeyi bekliyor
Birçok medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul'da, pek çoğu özenli el işçiliğine sahip olan tarihi çeşmeler, yıkık dökük bir halde ihya edilmeyi bekliyor.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapan İstanbul'da, pek çoğu
özenli el işçiliğine sahip olan tarihi çeşmeler, yıkık dökük bir
halde ihya edilmeyi bekliyor.
Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu'na ev sahipliği yapan
İstanbul'un özenli el işçiliğine sahip yüzlerce yıllık tarihi
çeşmeleri bakımsızlıktan kurudu. Büyük çoğunluğu sanat eseri
niteliğine sahip işlemelerle bezenmiş çeşmeler, ilgisizlik ve
bakımsızlık sebebiyle var olma mücadelesi veriyor. Ağırlıklı olarak
tarihi yarımadanın yanı sıra Üsküdar, Beşiktaş, Eyüp ve Beyoğlu'nda
bulunan çok sayıdaki tarihi çeşme, bakımsızlık sebebiyle unutulmaya
yüz tutmuş bulunuyor. 1729 yılında yaptırılan Üçüncü Ahmed Sebili
ve Meydan Çeşmesinin yalakları seyyar satıcıların ürünlerini
yerleştirdiği depo olarak kullanılırken; Gülhane'de bulunan Birinci
Abdülhamit Sebili, 146 yıllık Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi ve
sebili, Horhor Çeşmesi (Kemankeş Ahmet Ağa Çeşmesi) ve 1681
tarihinde yaptırılan Mihrimah Sultan çeşmesi ilgisizlikten kuruyan
çeşmeler arasında yer alıyor.
"KİMİSİ HATIRA DÖKTÜRÜYOR, KİMİSİ METALLERLE ÇİVİ YAZISI
YAZIYOR, KİMİSİ SPREYLE YAZIYOR"
Tarihçi-Yazar İsmail Yağcı, bazı çeşmelerin su teknelerine çöp
atıldığı için beton ile doldurulduğunu belirterek,
"Düşünebiliyor musunuz, Topkapı Sarayı'nın giriş kapısı
Bâb-ı Hümâyûn'un yanındaki inci gibi duran Üçüncü Ahmed Çeşmesi'nin
su tekneleri oralarda topaç satanların zula yeri. Ellerindeki mal
bittikçe gidip oradan alıyorlar. Biz orada turizmin başı olan bir
eserin çeşmesinin su teknesini koruyamıyoruz. İsteyen istediği şeyi
yazıyor; kimisi hatıra döktürüyor, kimisi metallerle çivi yazısı
yazıyor, kimisi spreyle yazıyor. Bazı belediyeler çeşmelerin su
teknelerine atılan malzemelerden çöpçüler bıktığı için oralara
beton dökmüşler. Mermer tekneler betonla dolu. Niye? ‘Ne yapalım
efendim çok pis oluyor, koruyamıyoruz' diyorlar. Ecdadımız bunu
yapmış mı yapmış, korumuş mu korumuş, bunların hepsinden su akıtmış
mı akıtmış. Şimdi niye su akıtmıyorsunuz?" diye
konuştu.
"SEBİLLER GAZETE VE TÜTÜNCÜ BÜFESİ OLARAK
KULLANILIYOR"
Osmanlı Devleti'nin ekonomik açıdan güçlü olmadığı dönemlerde bile
insanlara suyu kaynağından ulaştırdığını ifade eden İsmail Yağcı,
şöyle konuştu:
"Sadece çeşmeler değil, sebiller de var. Bugün sebillerin
en masumu vakıf zeytinyağları satan yerler halinde kullanılıyor.
Geri kalanı gazete büfesi, tütüncü büfesi olarak kullanılıyor. Niye
böyle? Oradaki sebilden su verilecek. Osmanlı o dönemde ekonomisi
çok güçlü olmadığı halde insanlara bedava memba suyu içiriyordu.
Biz şimdi bir isimli suyu almak için yarım kiloluk pet şişede bir
buçuk lira para veriyoruz. Gelen insan cebinde para yoksa susuz mu
kalsın?".
"BİLGİSAYAR VAR AMA ŞUURDA, BİLİNÇLENMEDE EKSİĞİMİZ
VAR"
Çevre bilinci hususunda eksikliklerin olduğunu ifade eden
Tarihçi-Yazar Yağcı, Milli Eğitim Bakanlığı'na bu konuda çok görev
düştüğünü vurgulayarak, "Dolayısıyla ecdadın bize
bıraktıkları kendi kendini ayakta tutacak yerlerdir ama biz
takipçisi olan torunları görevimizi yapamıyoruz. Yani nöbetimizde
dikkatli değiliz. Bunun için de belediyelere de, okullara da, Milli
Eğitim Bakanlığı'na da çok görev düşüyor. Tarihi, çevreyi okutması
lazım. İlçe ise ilçenin tarihini, sonra ilinin, sonra bölgenin,
sonra da bütün Türkiye'nin tarihini biz gençlere okutursak çeşmenin
yanından geçerken gelip taşla kırmaya çalışmaz. Ellemez, elleyeni
de ikaz eder. Bu bilgiyi geliştirmiyoruz. Tamam, bilgisayar var ama
şuurda, bilinçlenmede eksiğimiz var. Bunlar da giderilirse bu
çeşmelerimiz güzel bir hale gelir" dedi.
(Rıfat Fırat - Fatih Gavuz/İHA)