Ahmet Özal: Babama da diktatör dediler
Merhum Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, "Babama da diktatör dediler. Şimdi Erdoğan için ‘tek adam olmak istiyor' diyorlar ya, arşivlere bakıldığında aynı manşetlerin babam için de atıldığını görürsünüz" dedi.
Merhum Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, "Babama da
diktatör dediler. Şimdi Erdoğan için ‘tek adam olmak istiyor'
diyorlar ya, arşivlere bakıldığında aynı manşetlerin babam için de
atıldığını görürsünüz" dedi.
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, 16 Nisan'dan
sonra yaşanan mühürsüz zarf tartışmalarından, başkanlık sistemine
dair önemli açıklamalarda bulundu.
İşte Ahmet Özal'ın Türkiye Gazetesi'nden Mustafa Arıdoru'ya yaptığı
açıklamalar.
‘BİR HİLE YAPILACAK OLSAYDI BU, YÜZDE 60-65 OLURDU"
16 Nisan'daki referandum sonucunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çeşitli söylentiler oldu. Mühürsüz zarflar gibi. Ben bir hile
yapılmış olduğunu düşünmüyorum. Çünkü yüzde 51 küsürle ‘evet'
kazanılmış. Böyle bir hile yapılacak olsaydı bu yüzde 60-65 olurdu.
Bu seçim sonuçları Türkiye için iyi olmuştur. Çünkü Türkiye'de ilk
defa bu anayasa ile iki şey yapıldı. Bir tanesi Türkiye
koalisyonlardan kurtuldu. Bundan sonra 70'ler ve 90'lardaki gibi
geri gidiş koalisyon dönemleri yaşanmayacak. İkincisi hiç kimsenin
farkında olmadığı bir şey var. Cumhurbaşkanı çok yetkileri olan
fakat hiç bir sorumluluğu olmayan bir müessese idi. Artık
cumhurbaşkanı yaptığı yanlış işlerden dolayı yargılanabilecek. Bu
durum herkes için geçerli. 3'üncüsü ise eskiden cumhurbaşkanı adayı
olabilmek için milletvekili olmak ve 20 milletvekili de imzası
gerekiyordu. Bu yeni anayasada 500 bin imza toplayabilen herkes
aday olabiliyor. Bu ne demek? Meclis dışında vatandaşın da kendi
aralarında seçebilecekleri kişiler bile aday olabilir. Mesela bu
anayasada Meclis'in işlevsiz kaldığı söyleniyor. Bu doğru değil.
Meclis daha da kuvvetli bundan sonra. Kanunları yapacak olan
Meclis'dir. Cumhurbaşkanının kanun yapma hakkı bile yok.
Dolayısıyla Türkiye ilk defa olarak önündeki bu engelleri bu
sıkıntı oluşturan konuları aşmış oluyor. Ben hayırlı olduğunu
düşünüyorum.
"TÜRKİYE'DE UZLAŞI KÜLTÜRÜ GELİŞECEK"
Merhum Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'ın Başkanlık sistemi ile ilgili
görüşlerini biliyoruz. Bugün konuşulan başkanlık sistemi ile
Rahmetli Cumhurbaşkanımız Özal'ın dile getirdiği Başkanlık
sistemini kıyaslayabilecek biri olarak, iki sistem arasında fark
olduğunu düşünüyor musunuz?
Hayır. Şu anda başkanlık sistemi Türkiye'de Amerika'daki gibi.
Milletvekillerinin bakan olamadığı, bakanlar cumhurbaşkanı
tarafından atanan kişilerdir. Bunlar da Meclis'e karşı sorumludur.
Bugün Türkiye'de yargı-yürütme-yasama bağımsızlığı konuşuluyor. Şu
anda ki mevcut anayasada yürütme ile yasama arasında hiçbir ayrım
yok. Bugün Meclis'te çoğunluğu olan zaten yürütme aynı zamanda
yasama. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı zaten yok ortada. Şimdi
mesela şunu söylüyorlar; eğer Meclis'te başka bir parti yarın öbür
gün çoğunluğu elde ederse başkanda başka bir partiden olursa ne
olacak? O zaman şöyle olacak; Uzlaşma kültürü başlamak zorunda
Türkiye'de. Başkan başka bir partiden de olsa Meclis'le anlaşarak
yürütecek. İşte koalisyon denilen hadise öyle olmuyor ama bu
şekilde oluyor ilerde. Dolayısıyla yürütmede koalisyon yok ama
yasamayla farklı olursa anlaşmak zorunda. Türkiye'de uzlaşı kültürü
gelişecektir.
"AYNI MANŞETLER BABAMLA DA İLGİLİ ÇIKTI
Rahmetli Cumhurbaşkanı'mız ısrarla Başkanlık sisteminde kuvvetler
ayrılığının var olduğunu savunuyordu. Yeni Başkanlık sisteminde en
çok tartışma konusu da tek adamlık meselesi. Rahmetli
Cumhurbaşkanımız Turgut Özal'a en yakın kişi olarak, siz bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Şimdi tek adam olmak istiyor, diktatör olmak istiyor konuları
arşive bakıldığında aynı manşetler babamla da ilgili çıktı. Tek
adam olmak istiyor, diktatör olmak istiyor. Manşetler bile aynı.
Türkiye'de solun en önemli problemi özellikle CHP'nin bundan sonra
herhangi bir şekilde bir koalisyon olmayacak. Koalisyon olmayınca
hükümet olabilmeleri, cumhurbaşkanı olabilmeleri için yüzde 51
almaları lazım. Ama Türkiye'de şu anda bakıyoruz ki CHP yüzde 25'e
kitlenmiş vaziyette. Ne iniyor ne de çıkıyor. CHP'nin esasında bunu
analiz etmesi lazım. Neden 25'te kapandık, kaldık biz şeklinde.
Bunu bana CHP'li arkadaşlarım da sordu. Ben onlara şunu söyledim;
CHP yüzde 25'i geçebilir mi? Geçer çokta basit. Şimdi CHP'yi
Atatürk kurduğu dönem 6 ok ile kurmuş. Ben dedim ki Atatürk
inkılapçı ve devrimci bir insan. İleriyi gören bir insan. Büyük bir
lider. Ama Atatürk 1938'te vefat etti. Sene 2017. Ama CHP'liler
hala Atatürk şu bunu dediyi devam ettiriyor. Şimdi Atatürk bugün
mezardan çıksa CHP'lilerin konuştuğu 1938'i mi konuşur? Yoksa
2050'yi mi konuşur? 2050'yi konuşur. Çünkü devrimci, inkılapçı
insanlar büyük liderler geleceği konuşur geçmişi değil. Şimdi siz
Atatürk'ün ruhunu aldık diyorsanız onun inkılapçı ruhunu aldık
diyorsanız 2050'yi tartışalım. 1938'te kalmayın. Siz orada
kalmışsınız. Atatürk bugün mezardan çıksa bir ok daha ekler oraya.
Ne oku dedi bana. Demokrasi oku dedim. Sizin 6 okunuzun içerisinde
demokrasi yok dedim. Demokrasi kavramını CHP içine alması lazım.
Bugüne ayak uyduracaksak kendimizi yenilemeliyiz.
Bir diğeri 1950'ye kadar olan İnönü döneminde çok sıkıntılar
yaşanmış. Hem manevi hem de maddi değerler üzerinden. Bunların
yanlış olduğunu şimdi görüyoruz. CHP bugün şunu diyebilir; O dönemi
o güne göre değerlendirmek gerekir ama bugünkü düşüncelerimizle o
yapılanlar bugünkü değerlerle yanlıştı. Onun için bundan dolayı
özür dileyelim desinler. Oylarını arttırırlar. Yani yenilikler
getirmeleri lazım.
‘KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARININ ARKASINDA SİYASİ KARARLAR
VAR"
Finans sektörünün içinden gelen biri olarak, özellikle bankacılık
sektöründeki deneyimlerinizi ve Eğitiminizi de göz önünde
bulundurarak sormak istiyorum, Uluslararası kredi derecelendirme
kuruluşlarının vermiş olduğu notlar, ekonomiye ve bankacılık
sektörüne nasıl yansıyor? Bu kuruluşların verdiği notları ve
etkilerini nasıl okumalıyız?
Kredi derecelendirme kuruluşları her zaman sadece ekonomik değerler
ile karar vermiyor. Biraz da siyasi kararlar var bunun arkasında.
Dolayısıyla kredi derecelendirme kuruluşları özellikle Avrupa
kaynaklı olanlar siyasi gelişmeleri işin içine katarak birazda
menfi yönde hareket ettiklerini görüyorum. Bu kuruluşların çok
eskiden olduğu gibi verdiği kararların çok başarılı olamadığını
onlarda görüyor. Bunu iş dünyası da takip ediyor. Özellikle yabancı
yatırımcılar. Ben çok etkili olamayacaklarını düşünüyorum. Zaten
olamadıklarını da gördük.
‘BEN OLSAM AVRUPA BİRLİĞİ BAKANLIĞINI KALDIRIRIM"
Geçenlerde Sayın Cumhurbaşkanı Avrupa Birliği ilişkilerinde onların
bize davranış tarzının, yaklaşımlarının, sözlerini yerine
getirilmemesi durumunda serzenişte bulundu haklı olarak . Sayın
Cumhurbaşkanı mayısa kadar değerlendirelim mayısta karar vereceğiz
dedi. Şimdi ben hükümet olsam şöyle düşünürüm; Bir Tansu hanımın
Avrupa Birliği ile yaptığı Gümrük Birliği anlaşması yanlış bir
anlaşmadır. Türkiye'den alacağını almıştır zaten Avrupa Birliği. O
yüzden bu saatten sonra üyeliğe de ihtiyacı yok. Çünkü bütün mesele
ekonomik ilişkilerdi ve Türkiye'den alacağını aldı. Türkiye şu anda
oraya gıda malzemesi bile satamıyor. Ama onlar satabiliyor. Bir
kere Gümrük Birliği Anlaşması'nın yeniden gözden geçirilmesi ve
yapılması lazım. İkincisi eğer bunlar verdikleri sözü yerine
getirmeyecekler ise Mayıs ayından sonra o zaman ben Avrupa
birliğine hiç bir şey söylemeyi gerek duymadan Avrupa Birliği
Bakanlığı'nı kaldırırım. Eskiden olduğu gibi Avrupa Birliği
ilişkilerini Dışişleri Bakalığı'na müsteşarlık olarak bağlarım. Bu
mesaj daha ciddiye alınacak bir mesajdır diye düşünüyorum.
(İHA)