Suriye'de değişen dengeler ve Soçi zirvesi
Ankara, Moskova ve Tahran arasında 2016’nın sonundan itibaren güçlenmeye başlayan işbirliği, ABD’nin etkin bir aktör olarak yer almadığı Astana sürecinin hayata geçirilmesiyle yeni bir aşamaya geçti.
İSTANBUL (AA) - Yaklaşık iki yıl önce Suriye krizine doğrudan
müdahil olarak sahadaki dengeleri belirgin biçimde değiştirmeyi
başaran Rusya, bu süre zarfında İran’ın da desteğiyle Esed
rejiminin DEAŞ’a ve muhaliflere karşı kaybettiği toprakların önemli
bir bölümünü yeniden ele geçirmesini sağladı. ABD’nin himayesinde
ülkenin kuzeyinde güç kazanan PYD/YPG tehdidi ise Türkiye’nin de
Suriye konusunda Rusya-İran eksenine yaklaşmasına vesile oldu.
Ankara, Moskova ve Tahran arasında 2016’nın sonundan itibaren
güçlenmeye başlayan işbirliği, ABD’nin etkin bir aktör olarak yer
almadığı Astana sürecinin hayata geçirilmesiyle yeni bir aşamaya
geçti. Astana süreci dahilinde bugüne kadar yedi toplantı
yapılırken, Suriye’de Türkiye, Rusya ve İran’ın garantörlüğünde
dört ayrı çatışmasızlık bölgesi tesis edildi. Astana süreci aynı
zamanda DEAŞ’ın Suriye genelinde yenilgiye uğratılmasını da
kolaylaştırdı.
Son dönemde Ankara, Moskova ve Tahran arasındaki diplomatik trafik
belirgin bir biçimde hız kazanmış durumda. 1 Kasım’da Rusya Devlet
Başkanı Vladimir Putin’in Tahran’ı ziyaret ederek İran
Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’yle görüşmesinden sonra, 13 Kasım’da bu
sefer Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Soçi’de Putin’le bir araya
geldi. Putin-Erdoğan görüşmesini takiben düzenlenen kısa basın
toplantısında, iki lider Türkiye-Rusya ilişkilerinin genel durumunu
değerlendirmekle yetindiler. Ancak ikili ve heyetler arası
görüşmelerin toplamda dört saatten uzun sürmüş olması, iki ülke
arasında çözülmesi gereken sorunların ne kadar çetrefilli olduğuna
da işaret ediyor.
Bugün gelinen noktada ise Suriye meselesine dahil olan tüm
aktörlerin DEAŞ sonrası dönemde ülkenin geleceğinin nasıl
şekilleneceği sorusuna cevap aradıkları görülüyor. 22 Kasım’da
Rusya’nın Soçi kentinde yapılacak olan Türkiye-Rusya-İran üçlü
zirvesini de öncelikle bu bağlamda değerlendirmek gerek. Öte yandan
üç ülkenin devlet başkanlarının Astana sürecinin hayata
geçirilmesinden sonra ilk kez Suriye gündemiyle bir araya geliyor
olmaları da bu zirveye özel bir anlam katıyor.
Rusya’nın farklı Suriye gündemi
Üçlü zirvenin adresi olarak Soçi’nin seçilmiş olması, Rusya’nın
Suriye konusunda üstlenmiş olduğu rolün önemini gösteriyor. ABD’nin
son dönemde askeri olarak PYD/YPG ile işbirliği içinde özellikle
Rakka ve Deyrizor üzerinden Suriye’de varlığını hissettirmeye
çalıştığı bir dönemde, Putin yönetiminin elindeki güçlü diplomatik
kozları kullanmaya çalışması bu bakımdan pek şaşırtıcı değil.
Bu noktada, geçtiğimiz günlerde Vietnam’da yapılan Asya Pasifik
Ekonomik İşbirliği (APEC) zirvesinde, beklentilerin aksine Trump ve
Putin arasında resmi bir görüşme yapılamamış olmasının da
Moskova’da hayal kırıklığı yaratmış olduğunu unutmamak gerekiyor.
Rusya’nın ABD’nin girişimiyle BM Güvenlik Konseyi’nin gündemine
gelen ve Suriye’de kimyasal silah kullanımının soruşturulmasına
ilişkin son karar tasarısını veto etmesini de bu kapsamda ele almak
mümkün.
Ne var ki Rusya-ABD ilişkileri söz konusu olduğunda, çatışma ve
işbirliği dinamiklerinin birlikte değerlendirilmesinde fayda var.
Örneğin aynı APEC zirvesinde iki ülke liderinin kısa bir görüşme
yaparak Suriye’de siyasi çözümün sağlanması ve Cenevre barış
sürecinin öne çıkarılması konusunda uzlaşmaları dikkat çekiciydi.
Rusya, ABD ve Ürdün’ün son olarak Suriye’nin güneybatısında bir
çatışmasızlık bölgesi kurulması konusunda yaptıkları anlaşmayı da
bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor.
Moskova’nın Suriye meselesine ilişkin olarak Washington dışındaki
aktörlerle diyalog içinde kalmaya özen göstermesi de önemli bir
detay. Özellikle İsrail’in son dönemde İran’ın ve Hizbullah’ın
Suriye’de ve bölgede artan etkisinden huzursuz olduğu ve Rusya’dan
çeşitli teminatlar almaya çalıştığı biliniyor. Nitekim Rusya
Savunma Bakanı Sergey Şoygu’nun birkaç hafta önce İsrail’e yaptığı
ziyaretin gündemine de bu konu damgasını vurdu. Öte yandan Kral
Selman’ın geçtiğimiz ay Rusya’yı ziyaret ederek Putin’le tarihi bir
görüşme yapması ve Suudilerin Rus yapımı S-400 füze savunma
sistemini satın almak istediklerine yönelik haberler de
Moskova-Riyad ilişkilerindeki değişimi simgeliyor.
İran ve Türkiye’nin yaklaşımı
Rusya’nın dış politikada attığı bu adımlar hiç şüphesiz İran ve
Türkiye tarafından da yakından takip ediliyor. Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın Putin ve Trump’ın APEC zirvesi sonrası yaptıkları
“siyasi çözüm” ve “Cenevre süreci” açıklamasını eleştirmesi bu
bakımdan oldukça dikkat çekici. Tahran ise Putin yönetiminin
özellikle Tel Aviv ve Washington ile yaptığı ikili görüşmelerde
gündeme gelen pazarlıkların ne anlama geldiğini anlamaya
çalışıyor.
Yine de İran için, özellikle ABD, İsrail ve Suudi Arabistan
tarafından bölgede çevrelendiğini hissettiği bir dönemde,
Moskova’yla stratejik bağlarını güçlü tutmak önemli bir hedef.
Rusya ve İran’ın Suriye meselesinde en başından beri aynı kampta
yer almalarının da bu hedefe ulaşmayı kolaylaştıran bir faktör
olduğu söylenebilir.
Öte yandan iki ülkenin Suriye’ye ve bölgenin geleceğine ilişkin
tahayyüllerinin tamamen aynı olmadığını da vurgulamak gerekiyor.
Örneğin Esed’in iktidarda kalması İran için Suriye krizinin
çözümünde adeta bir önkoşul iken, Rusya bu konunun kendisi
açısından müzakereye açık olduğunun ipuçlarını veriyor. Moskova’nın
Suriye’de kurulacak yeni rejimin laik yapısında ısrar etmesi de
Tahran’la arasında anlaşmazlık yaratan bir başka konu.
Bu şartlar altında, Moskova için, Tahran’ın bölgesel emellerini
denetim altında tutmak açısından Ankara ile işbirliği büyük önem
taşıyor. Aralık 2016’da Türkiye ve Rusya’nın Halep’teki krizi
çözmek için attıkları adımların o dönemde İran’da rahatsızlık
yarattığını unutmamak gerekiyor. Astana sürecini de esasen
Rusya’nın Suriye’de Türkiye ve İran arasındaki hassas dengeyi
korumak için gündeme getirdiği önemli bir araç olarak
değerlendirmek mümkün.
Son dönemde Ankara ve Tahran arasındaki ilişkilerin güçlenmeye
başlaması, bu bakımdan Astana sürecinin istikrarlı bir biçimde
sürdürülmesi için de büyük önem taşıyor. Suriye konusundaki
uyuşmazlıklarını diyalog yoluyla çözmek için çaba gösteren iki
ülkenin, son dönemde Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) yapılan
bağımsızlık referandumu ve Suudi Arabistan’ın öncülüğünde bir grup
ülkenin Katar’a karşı başlattığı yaptırımlar gibi bölgesel
meselelerde ortak bir pozisyon almaları bu açıdan oldukça
önemli.
İdlib, Afrin ve PYD/YPG meselesi
Astana sürecinin bugüne kadarki en somut sonucu Suriye’de dört
çatışmasızlık bölgesinin kurulması oldu. Özellikle Halep’in rejim
güçlerinin eline geçmesinden sonra, muhaliflerin kalesi olarak
görülen İdlib’deki çatışmasızlık bölgesi deneyimi, Astana sürecinin
geleceği açısından büyük önem taşıyor. Bu noktada Rusya ve İran’ın,
İdlib’deki ılımlı muhalif grupların El Nusra ve DEAŞ ile bağlantılı
gruplardan ayrıştırılmasında, Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç
duyduğunu söylemek mümkün.
Ankara’nın beklentisi ise İdlib’de Moskova ve Tahran ile başlayan
işbirliğinin Afrin’e doğru genişletilmesi. Türkiye’nin PYD/YPG
öncülüğünde Suriye’nin kuzeyinde bağımsız bir Kürt koridorunun
oluşmasının önüne geçmek için Afrin’e karşı askeri harekat
seçeneğini bir süredir masada tuttuğu biliniyor. Ancak hem ABD’nin
hem de Rusya’nın PYD/YPG ile mevcut ilişkileri, halihazırda
Ankara’nın bu konuda istediği adımları atmasını güçleştiriyor.
Aslında Türkiye ve İran’ın IKBY’de yapılan bağımsızlık
referandumuna gösterdikleri ortak tepki göz önüne alındığında,
PYD/YPG konusunda da benzer bir tutum geliştirmelerinin mümkün
olduğu iddia edilebilir. Halihazırda Washington’ın PYD/YPG’ye
verdiği güçlü askeri destek de Ankara ve Tahran arasında bu konuda
bir uzlaşma zemini oluşmasına yardımcı olabilir.
Ancak Putin yönetiminin, PYD/YPG’nin Suriye’nin geleceğinde önemli
bir aktör olacağını hesapladığı için, bu örgütü tamamen
Washington’un kontrolüne bırakmak istemediğini unutmamak gerek.
Hatta Rusya’nın telkiniyle PYD/YPG’nin zaman içinde Esed rejimiyle
yakınlaşmasının bile mümkün olabileceği iddia ediliyor. Bugüne
kadar PYD/YPG ve rejim güçleri arasında çok büyük çatışmalar
yaşanmamış olması da bu süreci kolaylaştırabilecek bir faktör.
Ancak böyle bir durumda, Ankara’nın PYD/YPG’ye müdahale konusunda
Moskova’yı ikna etmekte oldukça zorlanacağı söylenebilir.
Soçi’den uzlaşma çıkar mı?
Soçi zirvesinde gündeme geleceği tahmin edilen en önemli
meselelerden birisi de Rusya’nın daha önce düzenlemek üzere adım
atıp Türkiye’nin tepkisi nedeniyle ertelemek durumunda kaldığı
“Suriye Ulusal Diyalog Kongresi” girişimi. Ankara prensip olarak
Suriyeli Kürtlerin böyle bir oluşumda yer almasına karşı olmadığını
belirtmekle birlikte, PYD/YPG temsilcilerinin kongreye davet
edilmesini kesinlikle kabul etmeyeceğini açıkça ifade ediyor.
Rusya ise Türkiye’nin tüm tepkilerine rağmen PKK’yı ya da
PYD/YPG’yi terör örgütü olarak görmüyor. Moskova’da bulunan PYD/YPG
ofisinin hâlâ açık olması bu açıdan oldukça anlamlı. Ankara’nın
sene başında Rusya’da düzenlenen Kürt konferansına ve Moskova’nın
açıkladığı Suriye anayasa taslağında yer alan “kültürel özerklik”
kavramına verdiği sert tepki de düşünüldüğünde, Türkiye ve
Rusya’nın PYD/YPG konusunda kısa vadede bir orta yol bulmaları pek
kolay görünmüyor.
Öte yandan Rusya’nın halihazırda İdlib ve diğer çatışmasızlık
bölgeleri konusunda Türkiye’nin işbirliğine ihtiyaç duyduğunu da
unutmamak gerek. Moskova ayrıca, Türkiye’nin satın almakta kararlı
olduğu S-400 sistemi ve diğer sorunlar nedeniyle NATO ve ABD ile
son dönemde giderek gerginleşen ilişkilerini, kendi küresel
stratejisinin hedefleri açısından oldukça olumlu karşılıyor.
Sonuç olarak Batı ile ilişkilerinde sorun yaşayan üç ülkenin, Soçi
zirvesi vesilesiyle özellikle ABD’ye mesaj vermeyi arzuladıkları
söylenebilir. Ancak Suriye meselesinin çözümüne ilişkin olarak
aralarında hâlâ önemli görüş farklılıkları olduğunu unutmamak
gerek. Tüm bu sorunların kısa sürede çözülmesini beklemek pek
gerçekçi değilse de, üç ülkenin son bir sene içinde birlikte
çalışma konusunda ciddi bir kararlılık sergilemiş olmaları önemli.
Soçi zirvesinde alınacak kararların da bu işbirliğinin geleceği
konusunda ipuçları sunacağını söylemek mümkün.
[Marmara Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler
bölümünde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Emre Erşen'in uzmanlık alanı
Rus dış politikası, Türkiye-Rusya ilişkileri ve Avrasya
jeopolitiğidir]