için kaldı

Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir

Başbakan Davutoğlu, "Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir. Silah değil millettir, terör değil halktır, savaş değil barıştır" dedi.

F5HABER F5HABER
Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir

TBMM (AA) - AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı konuşmasına, "Edebiyatımızın güçlü ve samimi kalemi Yaşar Kemal'e Allah'tan rahmet diliyorum, ailesine ve muhterem eşlerine eşlerine taziyelerimi iletiyorum. Bir Toros çocuğu olarak daha ilkokul, oktaokul çağlarından onun eserlerinden edindiğim entelektüel lezzet hala zihnimizdedir. Allah rahmet eylesin"  diyerek başladı.

Geçen hafta, 28 Şubat'a karşı, baskı ve zulme karşı "savunan adam" olarak milletin gönlünde, zihninde unutulmaz izler bırakan merhum Başbakan Necmettin Erbakan'ın ölüm yıldönümü olduğunu anımsattı.

Erbakan'a, Allah'tan rahmet dileyen Davutoğlu, "Onun emaneti emanetimizdir. Adnan Menderes, Turgut Özal, Necmettin Erbakan'dan bugünlere gelen bu kutsal emaneti omuzlarımızda bütün ağırlığıyla taşımak bizim için büyük bir onurdur" diye konuştu.

Bu yıldönümlerinin aynı zamanda bir muhasebe imkanı olduğunu ifade eden Davutoğlu, yine 28 Şubat'ın yıldönümünde ilahi tevafukla çözüm sürecinde son derece önemli bir eşiğin aşıldığını vurguladı.

Davutoğlu, 28 Şubat'ın aslında eski Türkiye'nin bürokratik oligarşisinin son darbesi olduğunun altını çizerek, şöyle devam etti:

"O karanlıkların içinden daha sonra AK Parti çıkarak, o karanlıkların içinden doğan bir güneş gibi yeni Türkiye'nin işaret fişeği oldu ve yeni Türkiye'yi inşa etme yolunda bu kadrolar yola çıktılar. Allah yolumuzu aziz eylesin. 

28 Şubat bürokrasinin milli iradeye karşı bir darbesiydi. 28 Şubat dışlayıcı kültürün, vatandaşlarını tehdit olarak gören bir siyasi zihniyetin son çırpınışıydı. Onlar 'bin yıl sürecek' dediler, biz bin dakika bile sürmez inancıyla yolumuza devam ettik. Onlar üniversite okuyan kızlarımızı 'başı örtülü, başı açık' diye ayrıma tabi tuttular. Başörtülü genç kızlarımızı insanlığın görebileceği en çirkin psikolojik işkencelere maruz bıraktılar. Onlar ise inançla, millete olan inançlarıyla daha sonra AK Parti'nin getireceği özgürlüklerin ümidiyle yollarına devam ettiler. 28 Şubat döneminde Meclis başörtülü vatandaşlara neredeyse kapanmıştı. TBMM Genel Kurulu'nda 'dışarı, dışarı' sesleri duyuluyordu. Ziyaretçi olarak girmek bile yasaklanmıştı neredeyse. İşte burada başı örtülü, başı açık milletvekillerimiz yan yana, bu da yeni Türkiye'nin eseri, AK Parti'nin eseri. 28 Şubat yasakların  dönemiydi, her türlü yasağın. Özgürlüklerin bütünüyle kısıtlandığı bir dönemdi. Ziya Gökalp'in bir şiirini okudu diye İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı'nın tutuklandığı bir dönemdi. Ama o İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı şu anda Türkiye Cumhuriyeti devletinin başında ve milletin seçtiği ilk cumhurbaşkanı olarak görevini ifa ediyor. İşte eski Türkiye, yeni Türkiye. Katsayı işkenceleriyle gençlerimizin gelecekleri karartılmıştı. İnsanlar 'acaba yurtdışında iş bulabilir, birazcık özgürlük nefesi alabilir miyiz' diye arayış içindeydiler. Öğrencilerimiz yüzlercesi, binlercesi, onbinlercesi yurtdışında okumak için seferlere çıkıyordu. O eski Türkiyeydi, yeni Türkiye'de ise kurulan 176 üniversiteyle sadece vatandaşlarımızı değil, dünyanın her yerinden öğrencileri özgürlükçü üniversitelerine davet eden bir yeni Türkiye var. İşte aramızdaki fark bu."

-"Yasaklara karşı 'özgürlük' diyeceğiz"

Davutoğlu, eski Türkiye'de, 28 Şubat döneminde yasakların, yeni Türkiye'de ise özgürlükler ve demokrasinin hakim olduğunu söyledi.

28 Şubat'ta partilerin kapatıldığını ancak yeni Türkiye'de, AK Parti iktidarlarında parti kapatılmasını fiilen imkansız hale getirilecek düzenlemeler yapıldığını belirten Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Eğer bugün Meclis'te olan partiler destek vermiş olsaydı bütünüyle bu parti kapatma meselesi bir karanlık leke olarak demokrasinin, Türk siyasi tarihinin de mezarlığında yerini alacaktı. Her ne suretle olursa olsun bizler 28 Şubat'ın kalıntılarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Yasaklara karşı 'özgürlük' diyeceğiz, yoksulluğa karşı 'insanlık onurunun getirdiği kalkınma' diyeceğiz. Yolsuzluklara ve hortumlamalara karşı 'şeffaflık ve dürüstlük' diyeceğiz. 

28 Şubat dönemi bu 3 şeyle anılmıştı. Yasaklarla anılmıştı, herkes o gün bürokratik, otoriter bürokratik darbeye karşı çıkan herkes yasak hanesi içine alınmıştı. Yolsuzluklar vardı, hortumlanan bankaları hatırlayınız. Bir gecede 2001 krizinde milletin nasıl fakirleştiğini, birilerinin nasıl zenginleştiğini hatırlayınız. Yoksulluk vardı. Bu dönemde esnaflar Başbakanlık önünde yazarkasa kırıyorlardı. İşte AK Parti iktidarları bu 3 kara lekeye bir son verdi. Yasaklara karşı demokrasiyi getirdi, yoksulluğa karşı 2 bin 500 dolarlardan aldığı kişi başına düşen milli geliri 11 bin dolarlara çıkardı ve yolsuzluklara karşı bu dönemde şeffaflaşan siyasi ve ekonomik hayatla bütün bu hortumların kapısını kapattı. 

Şimdi bu yeni dönemde 28 Şubat'ın son kalıcı izleri de siliniyor. Dikkat ediniz 28 Şubat'ta tanklar Sincan'da yürümüşlerdi, 27 Mayıs'ı, 12 Mart'ı, 12 Eylül'ü hatırlatırcasına. 28  Şubat'ın bu seneki yıldönümünden birkaç gün önce bu sefer TSK'nin kudretinin timsali olan tanklar Suriye'de Süleyman Şah'ın kutsal emanetini korumak üzere yürüdü."

-"Rahatsız oldular"

Bu yürüyüş esnasında milli iradeyle bürokrasi arasındaki olması gereken ilişki biçimi ortaya çıktığı için birilerinin rahatsız olduğunu ifade eden Davutoğlu, şunları söyledi:

"Neredeyse yeni darbe çağrılarına kalkışanlar oldu. MHP liderinin nasıl bir demokrasi karşıtı dil kullandığına hepimiz şahit olduk. Onların özledikleri tankların Sincan'da yürümesi. Bizim özlediğimiz ise milli iradeyle bütünleşmiş kudretli TSK'nin en güçlü caydırıcı kapasiteye ulaşması. Aramızdaki fark bu. TSK dosta güven, düşmana korku veren bir kapasiteye ulaşacak. Ama hiçbir zaman bir daha TSK'nin tankları Ankara sokaklarında veya herhangi bir vilayetimizin sokaklarında dolaşmayacak.

Rahatsız oldular. Benim o gece Genelkurmay Başkanımızla, şerefli komutanlarımızla birlikte karargahta olmamdan, sabaha kadar karargahta birlikte bu operasyonu hem ümitle ama aynı zamanda yüreğimiz titreyerek herhangi bir askerimize zarar gelmesin diye birlikte takip etmemizden rahatsız oldular. Bunlar eski Türkiye alışkanlığını sürdürenler. Biz ise demokratik otoriteye sadık bir askeri bürokrasinin bugün Türkiye'yi nerelere getirdiğini görüyoruz. 28 Şubat döneminde TSK'nin Sincan'da yürüyen tanklarının modernizasyonu İsrail'e yaptırılıyordu, şimdi bugün Süleyman Şah'ın emaneti için Suriye'ye girmiş olan Türk tankları , yarın herhangi bir yerde milli onurumuzu korumak için harekete geçecek olan Türk tankları da Türk uçakları da gemileri de yüzde yüz Türk yapımı olacak. Aradaki fark bu."

Kendilerinin dışarıdaki gündemleri içerde temsil eden bir bürokrasi ve siyaset değil, milli iradeyi yurtdışında ve dünyanın  her yerinde temsil etme kudretine sahip halkın iradesiyle işbaşına gelmiş hükümetler olduklarını belirten Davutoğlu, "O hükümetlerle uyumlu ve ahenk içinde çalışan, devlet adabının ve geleneğinin gereğini yapan silahlı kuvvetler ileTürkiye küresel güç olma yolunda kesin kararlı çizgisini sürdürecek."

Bunun demokrasinin kuralı olduğunu, kararı milli iradenin seçtiği temsil ettiği hükümetin alacağını vurgulayan Davutoğlu, uygulamayı ise sivil veya askeri bürokrasinin yapacağını söyledi. Davutoğlu, "Artık sivil ya da askeri bürokrasinin karar aldığı, hükümetlerin de selam durduğu dönem kapandı, ilelebet kapandı. Herkes sorumluluğunun gereğini yapacak ve Türkiye demokrasiyle birlikte kalkınmasını ve kudretini en üst düzeye çıkaracak" şeklinde konuştu.

-"Çözüm süreci bağlamında son derece önemli bir açıklama geldi"

Davutoğlu, yine 28 Şubat Cumartesi günü çözüm süreci bağlamında son derece önemli bir açıklama geldiğini anımsatarak, "Dikkat ediniz biz ayarlamıyoruz ama tarihler kendileri konuşuyorlar. 12 Eylül 1980'de Türkiye'yi bir darbe anayasasına götüren bir askeri darbe yaşanmıştı. 12 Eylül 2010'da o askeri darbenin getirdiği anayasanın özünü değiştiren bir refedandum yapıldı. İlahi takdir. Günleri, devranı döndürüp doğru istikamete oturtan Allah'a hamdolsun" dedi.

Bu 28 Şubat'ta çözüm sürecinin yaşandığını ifade eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"12 yıllık iktidarımızda gece gündüz kardeşlik, demokrasi için çaba sarfetmemizin en önemli araçlarından biri olan çözüm süreci hedefine ulaşma yolunda çok ciddi aşamaya geldi. Bu önemli bir açıklamadır. Tabii bu açıklamanın gereği olan uygulamaları hep beraber takip edeceğiz. Bu noktaya kolay gelinmemiştir. 28 Şubat ve sonrasında 12 Eylül ve sonrasında bir tarafta ret ve inkar politikaları, diğer tarafta arkaik bir marksist ideolojiye dayanan örgüt yapısı. Birbirleriyle öyle karşıtlıklar üretti ki bütün bu karşıtlıklarda hiçbir payı olmayan Anadolu çocukları hayatlarını kaybettiler. 35 bin vatandaşımızı kaybettik terör sebebiyle. Değişik hesaplamalara göre 1 trilyon 200 milyon lira kaybettik. Eğer 1984 ile 2012 yılları arasında terörle mücadeleye ayırdığımız kaynaklar ya da terör üzerinden şehirlere göç ve diğer dolaylı maliyetler sebebiyle sadece yılda 0.25 puan fazla kalkınabilmiş olsaydık bunları yapmamak suretiyle bu dönem içinde 1 trilyon 200 milyon dolarlık tasarruf yapmış olacaktık. Yaklaşık 500 milyar dolar. Bununla 100 Atatürk Barajı, 80 Marmaray, 3 katlı İstanbul Tüneli'nden de 120 kadar yapmış olacaktık. Türkiye başka bir Türkiye olacaktı. Ama bu arkaik ideolojiler, ret ve inkar politikaları ve arkaik marksist ideolojiye dayalı yapılanmalar ülkemizin geleceğini karartmak yolunda bize 35 yıl kaybettirdiler."

-"Türkiye, AK Parti iktidarlarıyla özgürlükle tanıştı"

Davutoğlu, partisinin TBMM Grup Toplantısında yaptığı konuşmada, çözüm sürecinde terör örgütüne silah bırakma çağrısıyla gelinen aşamayı değerlendirdi. 

AK Parti iktidarlarıyla yeni Türkiye işaretleri görüldüğünde, kardeşliği pekiştirecek, milli birlik ve beraberliği hakim kılacak dönemin başladığını ifade eden Davutoğlu, AK Parti iktidara gelir gelmez Abdullah Gül başbakanlığındaki hükümetin ilk attığı adımın olağanüstü hali kaldırmak olduğunu anımsattı. 

Daha sonra adım adım Türkiye'yi geniş çapta demokratikleştirecek paketleri devreye soktuklarını anlatan Davutoğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Başbakan iken 2005'te Diyarbakır'da yaptığı konuşmanın milat olduğunu söyledi. Davutoğlu, "Devlet adına ilk defa Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının Türkiye'ye verdiği 'hata yapılmışsa bunun gereği yapılır' mesajı yeni dönemin başladığının işareti oldu" diye konuştu. 

Herkesin kendi çocuğuna istediği adı verme hakkını 2003'te tanıdıklarını dile getiren Davutoğlu, muhalefetin karşı çıktığı İç Güvenlik Paketi'nde de isteyenin bir dilekçeyle adını değiştirmesine imkan tanıdığını belirtti. Davutoğlu, 12 Eylül döneminde Türkiye'de yaygın olan Arapça bir ismi kızına vermek istediğinde bunun engellenmek istediğini anlatarak, "Memurun adı da Mahmut idi ve kendisine söyledim 'Hamddan gelir ve Arapçadır'. Böylesine zor dönemlerden geçti Türkiye, AK Parti iktidarlarıyla özgürlükle tanıştı" dedi. 

Orijinal adları değiştirilen yerlerin isimlerinin iade edilmesi kararı alındığını da ifade eden Davutoğlu, bunun sadece doğu ve güneydoğuda olmadığını, doğduğu Taşkent'in Osmanlı dönemindeki adının da Pirlerkondu olduğunu ve adında "pir" geçtiği için değiştirildiğini söyledi.

-"Yunus Emre ile Feqiye Teyran'ın muhabbet dili aynı" 

Türkiye'nin her yerinde kültürel miras tasfiyesi yaşandığını dile getiren Davutoğlu, "Bu sade bir bölgeye, bir etnik veya mezhebi gruba dönük değildi. Biz bununla yüzleşiyoruz. Korkmadan, cesaretle yüzleşiyoruz. Bir etnik grup adına başka etnik gruba dönük olarak yüzleşmiyoruz. Bütün millet adına, milletin tarihine yönelik atılmış bütün yanlış adımlarla yüzleşiyoruz, yüzleşmeye devam edeceğiz" diye konuştu. 

Anadolu irfanını Kürtçe ifade etmiş Ahmed-i Hani, Feqiye Teyran gibi büyük şairlerin, düşünürlerin, alimlerin eserlerinin yayınlanamadığını anlatan Davutoğlu, "Mem u Zin"in AK Parti iktidarında yayınlandığını kaydetti. Davutoğlu, Yunus Emre ile Feqiye Teyran arasında fark görmediklerinin altını çizerek, şunları söyledi: 

"Diller muhabbet diliyse değerlidir. Nefret dilini kim kullanırsa kullansın, şiddet dilini kim kullanırsa kullansın o dilden azade olarak, o dili kullananlar çirkin iş yapmış olurlar. Yunus Emre'nin güzel Türkçesi ile Feqiye Teyran'ın güzel Kürtçesinin muhabbet dili aynı dildir. Ezan-ı Muhammedi'nin Arapça olması muhtevasını nasıl değiştirmiyorsa, o güzel Anadolu irfanı hangi dilde yazılmış olursa olsun bizimdir. Bu böyle değildi AK Parti iktidarlarına kadar. Adım adım her tür yasağı kaldırdık. Herkesin kendi anadili, lehçesiyle gurur duyması ama aynı zamanda Türkçe'yi en güzel şekilde kullanması ve resmi dil olarak saygı göstermesi konusunda köklü devrim gerçekleştirdik. Süleymaniye'de birkaç sene önce Kürt kardeşlerimi Kürtçe selamladığımda bütün salonun nasıl bir aşkla ayağa kalktığını hatırlıyorum. Biz şu veya bu dille konuşmayız, gönül diliyle konuşuruz. Gönül diliyle konuşanlara tercümana ihtiyaç olmaz. Anadolu'nun her köşesinde gönül diliyle konuşmaya devam edeceğiz." 

AK Parti iktidarında Devlet Güvenlik mahkemeleriyle özel yetkili mahkemelerin kapatıldığını, hapishane ziyaretlerinde Kürtçe konuşma yasağının, mera yasağının kaldırıldığını dile getiren Davutoğlu, "Geçen yaz Doğu Anadolu'da uzun bir seyahat yaptım. Meraların nasıl şenlendiğini, geleneksel kültürün nasıl canlanmaya başladığını görmek bana büyük mutluluk verdi. Artık bu toprakların dağları da şen olacak, meraları da şen olacak, Türküleri de şen ve kardeş olacak" dedi. 

Davutoğlu, terörle mücadeleden zarar görenlere 1 milyar 665 milyon lira destek sağladıklarını, köye dönüşü teşvik ettiklerini, Türkiye İnsan Hakları Kurumu'nu kurduklarını, EMASYA protokolünü kaldırdıklarını belirtti. 

-"İç Güvenlik Paketi çözüm sürecinin önünü açacak tedbirdir" 

Bu adımları atarken kalıcı çözüm için Erdoğan'ın Diyarbakır konuşmasından sonra "Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi"ni devreye soktuklarını anlatan Davutoğlu, iki yıl önce çözüm sürecinin karşılıklı açıklamalar ve taahhütlerle önemli noktaya geldiğini söyledi. Bu açıklamalardan birkaç ay sonra silahlı unsurların Türkiye dışına çıkmasının beklendiğini ifade eden Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Tam çözüm süreci istikamet, rota kazanmışken Gezi provokasyonlarıyla Türkiye'nin sokaklarını birbirine kattılar ve bu süreç yavaşladı. Onlar için yavaşlamış olabilir ama biz çözüm sürecinin doğası neyi gerektiriyorsa yapmaya devam ettik. 2013 Eylülünde kapsamlı yeni demokratikleşme paketini Başbakan olarak Sayın Cumhurbaşkanımız açıkladı. Sayın Mesut Barzani ile Cumhurbaşkanımızın Diyarbakır ziyareti yeni bir dönüm noktası olmuştu. Yeni bir ümit yeşermişti, 17-25 Aralık kumpaslarıyla bu sürecin önüne geçilmeye çalışıldı. Bizim 12 yılda öğrendiğimiz şey şu; ne zaman çözüm süreciyle biz, bu milletin fertleri arasında kardeşlik tohumunu fidan gibi büyütmeye başlamışsak, birileri hemen karşı operasyonlara, suikastlere ya da çözüm sürecini baltalama faaliyetlerine giriştiler. Onun için şimdi, bu günlerde hepimiz çözüm sürecinin getirdiği atmosferi sahiplenmek durumundayız. 17-25 Aralık, arkasından bununla birlikte gelen kumpaslara milletimiz, 30 Mart seçimleri ve 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde cevap verdi. 

Bu arada çözüm sürecini yasalaştırdık. Kurullar oluşturulması kararlaştırıldı. 62. Hükümeti kurar kurmaz yaptığımız ilk çalışma çözüm süreci yasasına dayanarak kurulları oluşturmak oldu. Bir Eylül'den bu güne hiç aralıksız, en geç 15 günde bir çözüm süreci kurulunu toplayarak, durumu değerlendirdik. Yeni durum ortaya çıktıysa gerekli tedbirleri aldık. 6-7 Ekim Kobani olayları, tam da yeni bir ümit ortaya çıktığında yapılan provokasyondu. Meclis'in gündeminde olan özgürlüklerin korunması ve İç Güvenlik Reformu, 6-7 Ekim olaylarının atmosferine karşı alınan bir tedbirdir, çözüm sürecinin önünü açacak olan bir tedbirdir. Kimsenin bir daha doğu ve güneydoğu Anadolu'da ya da diğer şehirlerde şehirleri, sokakları kaosa dönüştürerek, çözüm süreci gibi barış projesini, kardeşlik projesini, milli birlik projesini sabote etmesini engelleyecek yasa tasarısıdır. Onun önünde bir koşul olmadığı gibi, onu engelleyen şart da değil. Bir taraftan özgürlüklerin korunması ve İç Güvenlik Paketi ile kamu düzeni demeye devam edeceğiz, diğer taraftan da silahsızlanmayı, silahları terk etmeyi ve demokratik siyaseti savunmaya devam edeceğiz." 

-"Ortak aidiyet bilinci en önemli teminatımız" 

Ahmet Davutoğlu, son aylarda çözüm sürecinde ciddi bir ivmenin önünü açacak görüşmeler yapıldığını belirtti. Süreçte geçen cumartesi günü terör örgütüne silah bırakma çağrısını içeren açıklamayla yeni aşamaya gelindiğinin altını çizen Davutoğlu, üç ayaklı yeni bir dönemin başladığını söyledi. 

Bunlardan birincisinin ortak aidiyet bilincinin güçlenmesi olduğunu ifade eden Davutoğlu, "77 milyon vatandaşımızın bu ülkeye, devlete, demokrasimize tam bir ortak aidiyet bilinciyle bağlanması en önemli teminatımızdır. Ortak aidiyet bilincinin de iki ayağı var; tarihdaşlık ve vatandaşlık" diye konuştu. 

Tarihdaşlığın, milletin fertlerinin geriye dönük olarak bilinçlerini oluşturma; vatandaşlığın ileriye dönük olarak hukuk devleti içinde hak ettiği yeri alma çabası olduğunu anlatan Davutoğlu, "Alparslan'ın Malazgirt'e yürüyen ordusunda Türkler de Kürtler de bütün Anadolu kavimleri de var. Selahattin Eyyubi'nin Kudüs'e yürüyen ordusunda da vardı. Sarıkamış'a yürüyen gençler, o zamanki vatan coğrafyasının her yerinden gelen, her etnik, mezhep ve dini gruptan gençlerdi. Yemen'e, Çanakkale'ye ve nihayet Kocatepe'den İzmir'e yürüyen gençler arasında bu toprakların bütün evlatları vardı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş ve bugün yükselen küresel güç haline gelmişse 77 milyonun bunda payı vardır" dedi.

Davutoğlu, ortak tarihdaşlık bilincini korumaya devam edeceklerini vurgulayarak, "Bu ortak tarihi aşıp, milletin fertleri arasında iki ayrı tarih varmış gibi bilinç oluşturmaya kalkanlara karşı biz, inadına, Türkiye'nin her yerinde 'Selahattin Eyyubi'nin, Alparslan'ın, Süleyman Şah'ın ve o yolda yürüyenlerin takipçileriyiz' demeye devam edeceğiz. Şah Fırat Operasyonunda Karakozak'a yürüyenler arasında da Türkiye'nin her yerinden askerlerimiz vardı" diye konuştu. 

-"Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir"

Ortak aidiyet bilincinin ikinci ayağının ortak vatandaşlık olduğunu dile getiren Davutoğlu, vatandaşlık söz konusu olduğunda kimsenin etnik, mezhebi ve dini kökenine bakmadıklarını söyledi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının modern, çağdaş demokratik devletin vatandaşları olarak eşit haklara ve özgürlüklere sahip olduğunun altını çizen Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Ortak aidiyet bilincinin vatandaşlık ayağında, bundan sonra 28 Şubat'ta, 12 Eylül'de, 27 Mayıs'ta görüldüğü gibi dışlayıcı, reddedici, fişlemeye dayalı ayrımcılıklara son verilmiştir. Yeni Türkiye, vatandaşların mutlak anlamda eşit olduğu, insanlık onurunun yükseldiği Türkiye'dir. İkinci ayak, demokratik siyaset. Bir ülkede demokrasi varsa, bütün dertlerin şifası da var demektir. Demokrasi, her konuda vatandaşlara ve bütün insanlara özgürlük alanını açar ve her şeyin tartışma zeminini sağlar. Demokrasinin olduğu yerde şiddet kültürü gelişmez, demokratik siyasetin olduğu yerde artık silahlara dayalı mücadele yürütmek isteyenlerin, bu mücadelelerini haklı kılacakları zemin olamaz. Hiçbir şekilde silahlı mücadele haklı değildir. Özellikle demokrasinin var olduğu zeminde herhangi bir kesimin tehdit dilini, silah dilini kullanması, o demokrasiye yapılabilecek en büyük saldırıdır, insanlık onuruna vurulabilecek en büyük darbedir. Bu açıklamayla demokratik siyasete yapılan çağrı olumludur. Tabii göreceğiz. Artık Türkiye'nin herhangi bir yerinde herhangi bir şekilde silah ve terör yönteminin uygulanmaması lazım. Bir daha 6-7 Ekim olaylarında olduğu gibi molotofkokteyli ve başka araçlarla demokrasiye yakışmayan, özgürlükleri yok eden görüntülerin çıkmaması lazım. Özellikle HDP'ye seslenerek, dile getiriyorum; kimin ne derdi varsa tartışacağı yer TBMM platformudur. Kimin ne derdi varsa, kullanacağı yöntem özgürlükçü tartışma yöntemidir. Kimin ne derdi varsa başvuracağı makam millettir, silah değil, millettir; terör değil, halktır; savaş değil, barıştır. Biz önümüzdeki dönemde de her şeyi tartışmaya açığız. Demokratik yolla getirilebilecek her hususu tartışırız ama 2013'te olduğu gibi yine, 'silahları bırak' çağrısının arkasından oyalamalar başlar, silahlar başka şekillerde gündeme getirilmeye kalkılırsa, kamu düzeni söz konusu olduğunda hiçbir taviz vermeyeceğimizin herkes tarafından bilinmesi lazım."

SONRAKİ HABER