Arkadaşının yerine geldiği havalimanında 40 yılı devirdi

Gazetedeki arkadaşının yerine 15 günlüğüne geldiği havalimanında 40 yıldan bu yana önemli haber ve fotoğraflara imza atan Gazeteci Faik Kaptan, anılarını kaleme aldığı kitabıyla muhabirlik tecrübelerini geleceğe aktarıyor.

F5HABER F5HABER
Arkadaşının yerine geldiği havalimanında 40 yılı devirdi

İSTANBUL (AA) - İZZET TAŞKIRAN - Atatürk Havalimanı'nda görev yaptığı 40 yıl boyunca tarihi haber ve fotoğraflara imza atan gazeteci Faik Kaptan, bu dönemdeki anılarını kaleme aldığı kitabıyla muhabirlik tecrübelerini geleceğe aktarıyor.

Mesleğe Bedii Faik'in sahibi olduğu Dünya gazetesinde başlayan, Kıbrıs Barış Harekatı ve Anadolu'nun birçok kentinde ses getiren haberler yapan Kaptan, transfer olduğu gazetedeki muhabir arkadaşının yerine 15 günlüğüne geldiği havalimanında 40 yıldan bu yana önemli olayların duyurulmasında aracılık etti.

Son olarak çalıştığı haber ajansından 71 yaşında ayrılan Kaptan, şu anda aktif gazetecilik yapmamasına rağmen, haftanın 5 günü sabah saatlerinde havalimanına geliyor.

Kaptan, TAV Havalimanları Üst Yönetici Sani Şener'in desteğiyle kaleme aldığı, içinde 12 Eylül Askeri Darbesi'nden 15 Temmuz darbe girişimine kadar unutulmaz birçok anının yer aldığı "Atatürk Havalimanı'nda 40 Yıl" kitabını, adeta gazetecilik müzesine çevirdiği odasında isteyenler için imzalıyor.

İlerlemiş yaşına rağmen gazetecilik heyecanı süren Kaptan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, mesleğe 47 yıl önce Dünya gazetesinde başladığını söyledi.

Kaptan, daha sonra Hürriyet Haber Ajansı'na transfer olduğunu, Anadolu'da bazı özel haberlere gittiğini dile getirerek, 1974'teki Kıbrıs Barış Harekatı'nda da gazeteci olarak görev yaptığını belirtti.

12 Eylül Darbesi öncesinde İstanbul'da merkez muhabiri olarak çalıştığını ifade eden Kaptan, bir gün serviste radarda kaybolan ve herkesin akıbetini merak ettiği bir uçağın yerini Atatürk Havalimanı'ndaki tanıdıklarından öğrendiği için yöneticilerinin kendisinden çok memnun kaldığını kaydetti.

Mevcut havalimanı muhabirinin yıllık izne çıktığı bir dönemde geçici süreyle burada görevlendirildiğini aktaran Kaptan, şöyle devam etti:

"Gazetenin patronu Erol Simavi, korkudan uçağa binemiyordu. Kendisine özel bir araba yaptırmıştı. Avrupa'ya yataklı ve konforlu bu araçla gidip geliyordu. Fakat bir gün acil bir durum olunca, aniden uçağa binmek zorunda kaldı. Biz de onu apronda karşıladık. İdare müdürü Fethi Baba'yla gittik. Uçağın kapısı açıldı, Erol Bey pardösüyü yukarıdan attı. Fethi Baba hemen havada kaptı. Aşağıya inince rahmetli Erol Bey, 'Benden de korkak adamlar varmış' dedi. Meğerse uçak kalktıktan sonra fırtınaya yakalanmışlar. Yanındaki adam çok korktuğu için teselli olarak ona sarılıyormuş. Bu olaydan sonra ona cesaret geldi. 'Benden de korkaklar varmış' dedikten sonra artık uçağa binmeye başladı. Böyle olunca da tam merkeze dönüş yapacağım sırada 'Faik havalimanında kalsın' dendi. Patron emriyle 15-20 gün için geldiğim Atatürk Havalimanı'nda 40 yılı tamamladım. Zaten o dönem basın odasında bizimki dışında, TRT, Anadolu Ajansı ve Milliyet'tin görevlendirdiği meslektaşlarımdan başka kimse yoktu. Bugünlere kadar geldik."

Havalimanı muhabirliğinin gazeteciliğin çok özel bir alanı olduğuna dikkati çeken Kaptan, burada görev yapacak bir muhabirin spordan sanata, siyasetten magazine, diplomasinden finansa kadar tüm olaylara hakim olması gerektiğini söyledi.

Kaptan, herhangi bir olayın bir yönünün muhakkak havalimanını da ilgilendirdiğini dile getirerek, "Havalimanı adeta küçük çaplı bir şehir gibi." dedi.

Havalimanı muhabirinin, aynı günde hem bir devlet başkanının basın toplantısını hem de terminaldeki yoğunluğu haberleştirdiğine işaret eden Kaptan, meslek hayatı boyunca birçok unutulmaz olaya şahitlik ettiğini belirtti.

"Bir fotoğrafla protokol değişti"

Geçmişte çektiği bir fotoğrafla Türkiye'deki tüm havalimanlarında uygulanan şehit cenazesi karşılama protokolünün değiştiğine dikkati çeken Kaptan, şöyle devam etti:

"Doğu'da şehit olan bir binbaşımızın cenazesi için aprona karşılamaya gitmiştik. Dört, beş havalimanı muhabiri ile uçağa gittik. Uçak indikten sonra ön kısımdan şehidin silah arkadaşlarından bir tanesi sivil kıyafetiyle geldi. Şehidin valizlerini alacaktı. Ona baş sağlığı diledik. Ardından cenaze kargo kapısından belirdi. Orada yer hizmetleri şirketinden bazı çalışanlar vardı. Onlar cenazeyi alarak, omuzlarda taşımak istediler. Önümüzden geçtiler. Buraya bir tane de kargo eşyalarını taşıyan kamyonet geldi. Bu sırada cenazeyle gelen şehidin arkadaşı, kendi valizi ile ve silah arkadaşınınkini kamyonetin içine koydu. Cenazeyi kamyonete koydular. Aşağıdan çekmeye çalışırken istediğim gibi fotoğraf olmuyordu. Bu anda yan taraftan merdiven aracı geçiyordu. Hemen durdurdum. Hemen merdivenin üstü kısmına fırladım. Tepeden iki kare çektim. Daha sonra odaya geldiğimde, fotoğrafları bilgisayara aktarırken içim acıdı. Bazı arkadaşlar da fotoğrafa bakamadı. Binbaşının al bayrağa sarılı tabutu kamyonette taşınmıştı. Valizi de yanındaydı. O akşam beni gazetemizin yayın yönetmeni aradı, tebrik etti ve teşekkürlerini sundu. Ertesi gün fotoğraf yayınlanınca kıyamet koptu. Bütün şehit karşılama kuralları değişti. Uçak altına merasim mangaları gelmeye başladı. Meğerse o gün havalimanı dışında, A kapısı önünde mangayla beraber şehit cenazesini karşılayacaklarmış. Tabii ki ters oldu. O dönemin valisi de olaya çok üzüldü. Bu, gazetede yılın haberi seçildi."

Kaptan, havalimanındaki 40 yılda birçok önemli insanı karşıladıklarını söyledi. Amerikan başkanları ve Papa'yı karşıladıklarını aktaran Kaptan, "Papaların bir tanesi burada toprağı öpmüştü. Obama'dan Nixon'a, Bush'tan diğerlerine kadar birçok başkanı karşıladık. Hatta Bush geldiği zaman bizi Amerika'dan getirdikleri köpeklerle aramaya kalktılar. Biz kabul etmedik. 'Bizi ararsa Türk polisi arar' demiştik. Uçağın altına gitmeyeceğimizi söyledik." ifadelerini kullandı.

Darbede çektirilmeyen tarihi fotoğraf

12 Eylül Darbesi'nin ertesi günü sabahı askeri yönetimin yasağı nedeniyle havalimanında çekemediği bir fotoğraf için hala çok üzüldüğünü ifade eden Kaptan, şunları anlattı:

"Darbenin sabahı havalimanına zorlukla geldim. Odaya girer gelmez içeriye bir üstteğmen girdi. Bize 'Bugün burada gazetecilik yok' dedi. Herkes oturuyordu. Bir ölüm sessizliği vardı. Ayakkabıları çamurlu askerler sırtlarında tüfeklerle terminalde geziyordu. Böyle bir manzara vardı. Bana merkezden bir haber geldi. Saat 11.00'de dönemin başbakanı Süleyman Demirel ile muhalefet lideri Bülent Ecevit'in Ankara'dan İstanbul'a getirileceği teyit edildi. Gidiş katında bir havayolunun yazıhanesi vardı. Oranın istasyon müdürü de odayı kullanmamız için anahtarı bir yere bırakırdı. Odanın ön tarafından apron olduğu gibi gözüküyordu. O fotoğrafı buradan çekebileceğimi düşündüm. Oradaki bir polis arkadaşa da Ankara'dan beklenen isimlerin uçağı gelince telefonla haber vermesini söyledim. Gazetenin matrislerini Almanya'ya yollama işiyle uğraşırken beklediğim telefon gelmişti. Ben hemen fotoğraf makinemle apronu gören odaya doğru yola çıktım. Gittiğimde kapıya bir inzibat asker diktiklerini gördüm. Yukarı çıkmanın yasak olduğunu söyledi. Ne dediysem odaya çıkmak için izin vermedi. Hemen restoran bölümüne çıktım. Apron gayet güzel görünüyordu. Hava biraz pusluydu. Askeri meydana giden alana küçük bir uçak geldiğini gördüm. Sol tarafta da iki helikopter vardı. Ben hemen oturup bekledim. Önce uçaktan valizler çıkarıldı. Askerler bunları taşıdı. İki kare öyle bastım. Ön kapıdan Demirel ya da Ecevit çıkacaktı. Ben tam makineyi hazırladım. Tam Demirel'in eşi Nazmiye Hanım gözüktü. Birisi o anda omuza yapıştı. Dönüp bakınca sabah odaya gelen üstteğmen olduğunu anladım. 'Kardeşim ben sana bugün gazetecilik yapmak yok demedim mi?' diye sordu. Üsteğmene 'Bu fotoğraf önemli' dememe rağmen makinemi alarak, masamın öbür tarafına koydu. Garsona dönerek, 'Bize iki çay getir' deyip yanına oturdu. Rahşan Hanım, önünde Ecevit, onun arkasında Nazmiye Hanım, en arkadan Demirel, elinde fötr şapkasıyla yürüyüp karşı yola geçtiler. Valizler bir helikoptere yüklendi. Diğer dört kişi de öteki helikoptere bindi. Biz seyrederken üstteğmene fotoğraflarını çekmek için adeta yalvardım. 'Ben çekeyim filmi sana vereyim. Komutanlarınız görsün. Sonuçta bu bir tarihi bir şey.' dedim ama bana sakin olmamı söyledi. Helikopterler sırayla kalktı. Komutan, ondan sonra gitmeme izin verdi. Çok sinirlendim. Vücudumdan adeta terler boşaldı."

Amir darbeci albaya karşı durdu

Kaptan, FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişiminde de Atatürk Havalimanı'nda zorlukla görev yaptıklarını söyledi.

Halkın polisiyle ve diğer kurumlarıyla darbecilere karşı verdiği mücadeleye şahit olduğunu kaydeden Kaptan, adının açıklanması istemeyen havalimanında görevli bir polis amirinin, sabah gözaltına alınan 66'ncı Mekanizma Birliği'nde görevli Albay Mustafa Kol'a silah çekip karşı gelmesinin hikayesine de kitabında yer verdiğini anlattı.

Darbeci Albay Kol'un şortu gözaltı fotoğraflarıyla 16 Temmuz'da haberlere konu olduğunu anımsatan Kaptan, "Yaşanan birtakım olaylardan sonra özetle kahraman polis amiri, havalimanı girişine geliyor. Daha önce onu gören albay (Mustafa Kol), 'Sen niye geldin? Sana rütbelini getir demedim mi?' diyor. Yaşanan tartışmada albay bir anda silahı amirin alnına dayıyor. Amir de gözünü karartıp, belinden çıkarttığı silahını albayın alnına dayıyor. Amir, darbeciye 'Önce sen ateş et' diye çıkışıyor. Halk, havalimanı girişine 'Ya Allah, Bismillah' deyip gelirken bu manzarayı görüyor tabii. Hani 'Savaşlarda aksakallılar Müslümanlara yardım eder' derler ya, orada da aksakallı bir amca gelerek, ikisini ittirip, kahraman amiri oradan alıp uzaklaştırıyor. Bu 15 Temmuz ile ilgili beni çok etkileyen bir olaylardan bir tanesidir." diye konuştu.

1988'de Londra Heathrow Havalimanı'ndan New York John F. Kennedy Uluslararası Havaalanı'na sefer yapan Pan Am Havayolları'na ait uçağın bombalanması olayının provasının Atatürk Havalimanı'nda yapılmak istendiğini, Türk görevlilerinin dikkati sayesinde bunun önlendiğini dile getiren Kaptan, "O zamanki sıkıyönetim kafası, haberi yapmamızı yasaklamasaydı, biz 'Havalimanında böyle bir şey oldu. Amacına ulaşamadan Türk güvenlik kuvvetleri bunu önledi' diye haberi yazsaydık, belki de 21 Aralık 1988'deki Lockerbie faciası yaşanmazdı." şeklinde konuştu.

SONRAKİ HABER