Bol gözlemiş bir gözün ürünü: Talan

Talan, dolaylayarak anlatma zahmetine bile girmiyor. Doğrudan aktarıyor. İlay Bilgili, gözünü çevirdiği hiçbir yere öylece bakmamış, çok iyi gözlediği her satırında kendini hissettiriyor. // Neslihan Arslan

POSTA POSTA
Bol gözlemiş bir gözün ürünü: Talan

‘Talan’ı elime aldığım ilk andan bıraktığım zamana kadar geçen kısa zamanda uzun bir yolculuk yaptım. Sadece vardığımda anladığım, bildik yerlere çıkan, buna mukabil çetrefilli de bir yolculuk. Mesafesiz bir yolculuk. Sayfada gözümün okuduğunun belleğimde hep bir karşılığını buldum zira. Haydar amcaların ahşap döşemelerinin gıcırtısını duydum yolculuğumda, aynı evin kokusunu, mutfaktan balkona doğru tüten yemeğin dumanını da gördüm.. Tanıdığım bütün kadınlara selam verdim yolculuğumda. Yükte hayli çelimsiz Talan’ın bunca yaşantıyı insanın yüzüne nasıl vura vura gösterdiğine şaştım. Burnum sızladı pek çok kez, bir öykü bitti ablamı aradım ‘bi sesini duyayım dedim’ dedim, bir öykü bitti, ‘sayfalarca betimlemek istiyorum bir şeyleri öylesine’ dedim. İlay Bilgili Parso Fanzin’e verdiği röportajında bunu da, “Ve 'görselliğin etkileyiciliği' demişsin ya, öncelikle çok teşekkür ederim. İşte o sinema sevdamdan kaynaklanıyor. Çocuk yokken günde beş, altı film izlerdim ben. Dolayısıyla yazarken artık önce görüp sonra yazıyorum gibi geliyor bana bazen.” ifadeleriyle anlatıyor. 

Yormayan bir dil ve kurgu örneği

Talan, ilk edebiyat dersinde tanımını öğrendiğimiz ‘betimleme nedir?’ sorusunun “Kelimelerle resim yapma” cevabını tam anlamıyla karşılıyor. Talan, artık kulaklarımızın alıştığı haber bülteni metinlerinin ardındaki hisleri, kaygıları ve gündelik yaşantıyı açıyor okuyucusuna. Gündelik dille anlatılanlar komşunun sesiyle çınlıyor okuyucunun kulağında. Tam da bundan, tüm öykülerdeki yormayan dil ve kurgu. Bunda elbette yazarın ilk kitabında risk almadan, en sağ şeritte sürmesinin, güvenli limanda kalmasının etkisi olabilir. Anlaşılabilir de... İlay Bilgili, belki de bu yüzden taşradaki çocukluğu derede çimme sesiyle, koca eziyetini masaya çarpan el sesiyle aktarıyor. Talan, evet, dolaylayarak anlatma zahmetine bile girmiyor. Doğrudan aktarıyor. Öyle ki, yeri geliyor bir ev bile dile geliyor. Bir evin hisleri olsa, içinde 30 sene birlikte yaşadığı, taşıdığı insanlardan bu kadar nefret edebilir ve en az kendi sakini kadar şikayete hakkı olmalı dedirtiyor. İlay Bilgili, gözünü çevirdiği hiçbir yere öylece bakmamış, çok iyi gözlediği her satırında kendini hissettiriyor. 

Bu öykülerde hayal kırıklığı var

Neyin öykülerini yazmış peki İgili, diye sorduğumda ise ‘kadın öyküleri’ yazmış cevabı kulağa çok yüzeysel geliyor. Bu öykülerde çok kadın var fakat ortak paydaları, hayal kırıklıkları. İlay Bilgili’nin kitapta hayal kırıklığına uğrayan kadın profilini kusursuz şekilde çizmesindeki tek etkenin onun empati ve gözlem yeteneğinde olmadığını ise, kitapta gözünden dinlediğimiz kişinin bir kadın olmadığı iki hikayeden birinde görüyoruz. Phanta Rei’de. İşte burada da ustaca işlenmiş bir dil unsuru ortaya çıkıyor. Bu arada, kitabın benim kişisel belleğime kattığı en önemli ve heyecan verici şey, ‘Mürselekli Kadınlar’ oldu. Biz Mürselekli /Mürselekli kadınlar Hep geceleri /Tütün dizerik /Acılarımızı dizerik ipe /Acılarımızı abovv... /Karanlığı dizerik /Karanlığı abovv. Velhasıl, İlay Bilgili’nin bir ilk kitaba yaraşır şekilde -kelimenin ilk akla gelen ve en yalın anlamıyla- ‘denemekten’ çekinmerek yazdığı Talan’ı, ‘sızı’ ile hatırlayacağım.



Önemli Not: Bu haber içerik ortaklığı kapsamında POSTA internet sitesinden, F5Haber.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak geldiği şekliyle alınmıştır. Bu haberlerin hukuki muhatabı haber kaynaklarıdır. Haberlerle ilgili her tür şikayetinizi sikayet@f5haber.com adresimize gönderebilirsiniz.
SONRAKİ HABER